Sevgili okurlarım, bu yazımı burada bir kez daha kullanıyorum çünkü istedim ki, şimdi Atatürk'e karşı çıkmaya yeltenen siyasetçiler, yazar bozuntuları, aymazlar, liboşlar, soytarılar, yobazlar ve hainler de bir kez daha okusun. İşte o yazı:
"Bugün size Atatürk hayatta iken O'na yazıları, sözleri ve kitaplarıyla muhalefet eden ve sevmemek bir yana nefret eden iki önemli insanımızın O'nun ölümünden yıllar sonra yazdıklarından, başka bir deyişle 'itiraflarından' iki örnek vereceğim.
İlki Zekeriya Sertel. (1890-1980)
Sol görüşlü, ilkeli bir aydın ve yazar.
Komünist...
Uzun yıllar boyunca kitaplar yazdı, gazetecilik yaptı, mahkemelerde süründürüldü, cezalar aldı, eşi Sabiha Sertel'le birlikte yıllarca yurt dışında sürgünde yaşamak zorunda kaldı.
Şimdi Zekeriya Sertel'in 1977 yılında yayınlanan "Hatırladıklarım" isimli kitabından bir alıntı yapıyorum:
Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel.
"...Atatürk'ün ölümü geniş halk yığınları arasında derin bir keder yaratmıştı. Memleketin yüreği durmuştu.
Halkın Atatürk'ü ne kadar çok sevdiği şimdi daha iyi belli oluyordu. Eşimle birlikte töreni daha iyi görebilmek için Yeni Cami minarelerinden birinin şerefesine çıkmıştık.
Tabutun arkasından tekbir sesleri, ilahiler ve hıçkırıklar yükseliyordu. Bütün millet ağlıyordu.
Bu güzel fakat hazin manzarayı seyrederken Atatürk'ün son 15 yıllık hayatı bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçti.
O vakit vicdanımla bir hesaplaşma yapma gereğini duydum.
Sağlığında biz bu adama karşı "Hürriyet ve demokrasi savaşı" yapmıştık!
Onu, demokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk çünkü o vakit ormanın içindeydik.
Ağaçları görüyorduk ama ormanı bütün büyüklüğü ile göremiyorduk. Şimdi, geçenleri daha aydın görüyorum.
Atatürk büyük devrimler yapmıştı. Birbiri ardından gerçekleştirdiği devrimler o zaman büyük hoşnutsuzluk yaratmıştı.
Halife ve padişahtan yana olanlar ona cephe almıştı.
İttihatçılar ona karşı suikast düzenlemişti. (1926 yılında İzmir suikastı. E..)
Şapka ve yazı devrimleri, tekkelerin kaldırılması ve birçok kötü geleneklerin yıkılması bazı kimseleri tedirgin etmişti.
Emperyalistler de memleket içinde isyanlar çıkarmıştı.
İstanbul'da bütün halifeci, padişahçı ve gerici basın, Atatürk'e karşı yaylım ateşi açmıştı.
Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi
Tersine, devrim düşmanlarına karşı az çok sert davranmak gerekir.
Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı tedbirli ve ihtiyatlı bulunmak zorundaydı.
Böyle olmakla beraber Atatürk, Hitler ve Mussolini biçiminde bir diktatörlüğe gitmedi.
Bütün koşullar onun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu.
Bu otorite korkuya değil, sevgiye dayanıyordu. Ona bu kuvveti veren, halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasıydı.
Onun için, bizim istediğimiz kadar değilse de, yine de günün koşullarının elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu.
Biz eleştirilerimizi özgürce yapabildik. Nazım Hikmet en devrimci şiirlerini onun döneminde yazdı.
Zaten büyük adamlar ancak ölümlerinden sonra anlaşılır. Atatürk de bütün ölçüleriyle şimdi anlaşılmaya başlanmıştır.
Onun için Atatürk dün büyüktü, bugün büyüktür, yarın da büyük kalacaktır."
Komünist bir aydının, rahmetli Zekeriya Sertel'in, hayatta iken acımasızca eleştirdiği Atatürk'ün ölümünden yıllar sonra yazdığı kitabından bir bölüm işte böyle idi.
Ve "Cüceleşmeyen Dev"Gazeteci, yazar ve edebiyatçı Refik Halit (Karay) (1888-1965), Milli Mücadeleye karşı çıkanların en ön saflarındaydı. İstiklal Harbi sırasında hain padişah Vahdettin tarafından İstanbul'da Posta Telgraf Bakanı yapıldı.
ok önemli bir görevdi. O zamanki tek haberleşme sisteminin başına getirilmişti.
Bir yanda Millicilerin Anadolu'daki tüm haberleşmesini engelledi, öbür yanda gazete yazılarıyla onları ve Mustafa Kemal Paşa'yı suçlayıp ağır hakaretler etti.
★★★
1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşmasında bir hüküm vardı. Türk devleti Kurtuluş Savaşı dönemindeki bütün hainleri affedecek, yargılamayacak, ancak isimleri Meclis ve hükümet tarafından belirlenecek olan 150 hain doğrudan yurt dışına sürgün edilecekti. Dışarıda olanlar ise Türkiye'ye giremeyecekti.
Bunlar tarihimizde "150'likler" olarak bilinir. Refik Halit Karay bu listede ön sıralarda yer alıyordu.
Savaş sonrasında yurt dışına kaçtı, yıllarca Suriye ve Lübnan'da sürgün yaşadı. Orada bile gazete çıkarıp Atatürk'e muhalefet yaptı.
1938 yılında 150'likler için af çıkarıldı ve

7