Tehlikenin farkındayız: HSYK yargı üzerinde tehdit olmaktan acilen çıkarılması gerekiyor
Dünkü yazımda 15 Temmuz kalkışmasının, geçmişi darbelerle ve darbelerin yaşattığı acılarla dolu ülkemizin makus talihini değiştirecek fırsatlar sunduğunu ama AK Parti iktidarının 15 Temmuz'u kendi iktidarını güçlendirmek için fırsata dönüştürdüğünü yazmıştım. 15 Temmuz gecesi devleti, iktidarı sokaktan, kalkışmacıların elinden alıp, yerine koyan bu ülkenin insanları da demokratik hukuk devletini fazlasıyla hakkediyordu.
Ama AK Parti iktidarının Türkiye'nin demokrasi ve hukuk devleti standartlarını yükseltecek reformlar yerine, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldıran cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri, demokratik ülkelerde benzeri olmayan bir sistem getirdiğini dile getirmiştim.
"Derdi Çok" rumuzlu okurum yazımın altına "Elif Hanım umarım okursunuz" diyerek sitemde bulunduğu şu yorum dikkatimi çekti, diyor ki, imla tarzıyla birlikte aynen buraya alıyorum:
"HSYK seçimleri konulu yazılarınızı geriye dönüp tekrar gözden geçirmenizi rica edeceğim. Hükümeti sürekli korkutan HSYK seçimi konulu yazıları siz ürettiniz (ürettiniz ifadesi hiç hoş değil ama rumuzundan dolayı hoş görüyorum). HSYK'nın buralara gelmesinin taşlarını birazda siz döşediniz. Bu konuda tövbe, günah çıkaran bir yazınızı, beyanınızı daha duymadım. İşten atılan ceza yatan sonra beraat eden, hayatları karartılan hakimler konusunda bir yazınızı okumadım. Ne zaman yazacaksınız merakla bekliyorum."
"Tövbe ve günah çıkarma' gerektirecek bir durum görmediğimi ifade etmeliyim, ayrıca bu gibi konularda "tövbe, günah çıkarma" gibi kavramları münasebetsizce bulduğumu da ifade edeyim. "Özeleştiri" deseydi daha yerinde olurdu Konu önemli olduğu için bir kez daha anlatmak istiyorum.
Ülkemizin şöyle bir gerçeği var, dünü, tarihi, hadiseleri o dönemin kendi şartları içerisinde değerlendirmek, hadiseleri sebep-sonuç ilişkileriyle analiz etmek yerine, bugün ortaya çıkan neticeden yola çıkarak değerlendirme yapılıyor, ahkam kesiliyor.
Maalesef meseleleri böyle değerlendirmek ülkemizde oldukça yaygın bir tarz.
Buna en güzel örnek de 2010 Referandumu. Cepheden iktidar karşıtı muhalif kesim 2010 Referandumunun sebep ve sonuçlarını analiz etmeden, o dönem yaşananları hakkaniyet çerçevesinde değerlendirmeden, bugün ortaya çıkan Türkiye fotoğrafı üzerinden 2010 Referandumunda evet oyu kullananlara parmak sallıyorlar, Türkiye'nin bugün buralara gelmesinin müsebbibi olarak "evet" oyu verenleri görüyorlar.
Ama bu çevreler, 2010 referandumun getirdiği AYM'ye bireysel başvuru hakkını memnuniyetle de kullanıyorlar, değil mi Kaldı ki bugün AYM'ye getirilen bireysel başvuru hakkının ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmış durumda.
Evet, 2010 referandumunda "evet" oyu verdim, çünkü Anayasa Mahkemesi'ne parlamentonun üye seçmesini, HSYK üyelerinin tek odağın "liste"sinden değil, çoğulcu şekilde "tek adaya tek oy" usulü ile seçilmesini sağlayacak bir sistemi savunuyordum.
2010 Anayasa değişikliği AK Parti'nin reformist döneminde hazırlanmış bir metindi, dönemin adalet bakanı Sadullah Ergin bu paketi hazırlatırken AB ilkelerini dikkate alarak, AB'ın en yüksek hukuki danışma kurumu Venedik Komisyonu ile görüşerek HSYK içinde çeşitliği sağlayacak "bir adaya bir oy" ilkesini koymuştu pakete. Nitekim bu ilke Venedik Kriterleri'ne de uygundu. Fakat dönemin Anayasa Mahkemesi üyeleri, yetkilerini aşarak anayasa değişiklik paketindeki "bir adaya bir oy ilkesi"ni iptal ettiler, "liste usulü"nü dayattılar.
"Bir adaya bir oy" ilkesi yasalaşmış olsaydı, yargı da bir hizip, bir grup etkili olamayacaktı, ülkemizde yargı bu hallerde olmayacaktı.
Çoğulcu ve bu sayede tarafsız bir HSYK yapısı oluşacaktı.
Dönemin Anayasa Mahkemesi üyeleri liste usulünü dayattı, (YARSAV'ın kazanacağından emindiler sanırım) ama sonuç öyle olmadı.
HSYK seçimlerini "liste usulüyle" Fethullah Gülen cemaatinin etkili olduğu 'liste' kazandı.
Sonrası malum zaten, 2014 yılı HSYK seçimleri tam böyle bir konjonktürde gerçekleşti.
O yıl Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı seçimleri de vardı ama yargı camiası tamamen 12 Ekim 2014 tarihinde yapılacak HSYK seçimlerine kilitlenmişti, hatırlayın.
Bir ilk yaşanıyordu ülkemizde, bütün kamuoyu, ilgililerinin dışında kimsenin dikkatini çekmeyen HSYK seçimlerine dikkat kesilmişti.
Çünkü kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan hakimler ve savcılar televizyon programlarında yargının nasıl utanç verici hal içinde olduğunu anlatıyorlar, gazetelere "yargıçlar olarak bizler bile kendi kurumumuza güvenmiyoruz, vatandaşa nasıl yargıya güven diyelim. Bizler bu ülkenin yargıçları mahkemelere düşmeyelim diye dua ediyoruz. O kadar yani" gibi sözlerle röportajları veriyorlardı. HSYK'nın yargıçlar üzerinde nasıl bir tehdit olduğunu, adaletin terazisinin nasıl şaştığını, yargı sisteminin nasıl raydan çıktığını, Fethullah Gülen Cemaatinin takip ettiği dava dosyalarına bakan hakimlerin başlarına neler geldiğini, toplumda adalet dağıtması gereken yargıçların, sokaklarda adalet talep eder hale geldiğini anlatıyorlardı.