Yeni Şafak grubunun "Yargıtay'da FETÖ gölgesi: Daire Başkanı Yaman'dan dosya manipülasyonu ve 'tek numara' oyunu" manşetiyle Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Başkanı Abdullah Yaman'ı hedef alması sıradan bir hadise değildir.
Bu hadise yargıdaki sorunun iki boyutlu olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Birinci sorun yargının siyasallaştırılmasıdır. İktidarların yargıyı araçsallaştırması sorunu artık ülkemizin birinci gündemi olarak konuşulan, tartışılan bir husustur.
Ama yargıda aynı vahimlikte bir sorun daha vardı; ister siyasi ister ticari olsun güç odaklarının yargıya baskı yaparak kendi lehlerine sonuç alma girişimleridir.
Yargı, atama mekanizmaları, üniversiteler, medya, siyasi muhalefet ve parti yöneticileri, bankalar, finansal aktörler, BTK, SPK gibi regülatör kurumlar, belediyeler, güvenlik ve emniyet bürokrasisi, özel sektörler ve büyük şirketler gibi 'yetki', 'kaynak' ve 'algının' birleştiği alanlar; hukuk sisteminin boğulduğu, kamusal denetimin zayıfladığı, siyasal yozlaşmanın tavan yaptığı dönemlerde tehdit, şantaj ve manşetler yoluyla itibar suikastı yapılarak güç devşirilerek çok rahat bir şekilde sonuç alınabilecek yerlerdir.
Elbette bu yöntemin netice alabilmesi için karşı tarafın tehdide ve şantaja açık olması gerekiyor.
***
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Başkanı Abdullah Yaman, "haram yoldan birilerinin malına çökmelerine izin vermedik" Yeni Şafak gazetesini itham etti. Bugünkü lazımı yazmak için gazetenin vereceği yanıtı bekledim. Nitekim davanın tarafı olan Kamil Darbaz, "20 yıllık adalet mücadelesi" başlıklı bir metinle Yargıç Abdullah Yaman'a cevap verdi. Ancak bu metin, bir adalet mücadelesinin hikâyesinden çok, bu kez tüm Yargıtay kurumunu hedef alan bir suçlamaniteliğindeydi.
Darbaz'ın yaşadığını iddia ettiği haksızlıkları hukuk çerçevesinde somut biçimde anlatmak yerine, "bazı Yargıtay üyeleri ve başkanlarının mal varlıkları araştırıldığında…" diyerek tüm kurumu "kirli–temiz" ayrımına tabi tutması, kişisel bir savunmadan çok, yargının itibarını zedeleyen bir tutumdur. Yargıç Yaman'ın kararlarını hukuki temelden yoksunlukla itham etmesi ise herhangi bir gerekçeyle desteklenmeyen, itibarsızlaştırmaya dayalı bir söylemdir. Bu yaklaşım, gerçeği aramaktan ziyade, tehdit ve şantaj yoluyla yargıya yön verme çabasını, FETÖ'cülük silahını tekrar tekrar yöneltmesi, meselenin tam da tehdit ve şantajla bir yargıca boyun eğdirme girişimi olduğunu ortaya koydu.
Bugün "FETÖ" etiketi, bir susturma yöntemine dönüştürüldü. Nasıl ki 28 Şubat döneminde "irticacı" damgası bir suçlama refleksine dönüşmüşse, bu dönemde de "FETÖ'cü" ithamı aynı işlevi görüyor maalesef. Ve bu etiket, hakikatin yerine önyargıyı, adaletin yerine korkuyu koyarak, ahlaki zemini çürüten bir araç haline geldi.
***
Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu hocamız 29 Mayıs 2017 tarihinde Hürriyet Gazetesinden İpek Özbey'e verdiği mülakatta bu tehlikeye dikkat çekmişti. Hatırlarsanız 2017 yılında yine iktidara yakın bazı medya kurumları dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar'ı hedef almışlardı, işi Kutlu Doğum Haftası'nın bir FETÖ projesi olduğuna kadar vardırmışlardı. Nitekim yapılan FETÖ'cü haberleri netice almış ve Mehmet Emin Özafşar Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevinden alınmıştı.
Prof. Bardakoğlu hocamız verdiği mülakatta Kutlu Doğum Haftasının 'FETÖ' projesi olduğu iddialarını 'irkildim' diyerek eleştirmiş ve şöyle demişti:
"Diyanet'e karşı 'Kutlu Doğum haftaları, bir FETÖ projesidir' şeklinde bir iftirayı duyunca üzüldüm ve irkildim. Artık FETÖ'cülük bir maymuncuk gibi, herkesin kendi konumunu güçlendirmek için ötekine doğrulttuğu bir silah oldu."
O gün bugündür birileri kendi çıkarları için, kendi haksızlıklarını, hukuksuzlarını örtmek için, hak, hukuk, kul hakkı tanımadan FETÖ silahını kullanıyor maalesef.
***
Yeni Şafak ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Başkanı Abdullah Yaman arasında yaşanan tartışma, ülkemizde yargının medya gücüyle nasıl hizaya getirilmeye çalışıldığının; üstelik bu amaçla "FETÖ'cülük" etiketinin de kesin sonuç almak için bir silah gibi kullanıldığının çarpıcı bir örneğidir. Yaman'ın şahsında yürütülen bu linç girişimi, Yargıtay gibi ülkenin en yüksek yargı kurumlarından birine karşı hoyratça yapılan bir itibar suikastıdır ve "FETÖ" suçlamasının, her türlü eleştiriyi susturmakta ne kadar işlevsel bir araca dönüştüğünü açıkça göstermektedir.

10