Son günlerde dikkatlerimiz Diyarbakır'da hunharca katledilen Narin Gülan'a odaklanmış durumda. Küçük kızı, kimin ya da kimlerin ve hangi sebeple katlettiği, neredeyse bütün haber kanallarının ortak konusu.
Belki de haklı olarak programların akışı arasına sıkıştırılan bölge haberlerinde, İsrail Hizbullah arasındaki angajman kurallarına bağlı roketleşme ve neden bu işi daha çabuk bitirmedin diye Netanyahu katili aleyhinde Kudüs ya da Tel Aviv sokaklarındaki protestolardan başka bir şey yok.
Gazze'de ve İsrail'in artık sırası geldi diye düşündüğü Batı Şeria'da, İsrail denilen alçak yapının katliamı andıran saldırılarının sürdüğünü, gelen kayıp rakamlarından anlıyoruz. Batı Şeria'da üç, beş, yedi ya da on yedi. Gazze'de dört, sekiz ya da on sekiz... Aksa Tufanı'na kadar haftada ya da ayda birkaç kişi için hareket eden sayaçlar, 7 Ekim'den beri baş döndürücü bir hızla dönüyor ve her bir hareket, bir insanın hayatının sona erdiğini haber veriyor.
Daha önce İsrail savaş makinasının okul, cami, hastane ve özellikle de kilise bombalaması sonrasında Batılı ülkelerden lütfen gelen bildik 'iniltiler' sürüyor. Türkiye yanında ABD vatandaşı da olan Ayşenur Ezgi Eygi'nin İsrail askerleri tarafından bilerek katledilişi ile ilgili Batılılardan gelen 'trajik bir olay' ya da benzeri açıklamalar, bu cümleden.
Kayıplarda 40 bin rakamı çoktan geride kalmışken, sayacın ne zaman ve nasıl duracağının bilinmeyişi, konunun vahim tarafı. Daha da vahim olan ise, 21. Yüzyıl'da herkesin gözleri önünde işlenen bu vahşetten sonra işlerin nasıl eskisi gibi olabileceği. Filistinlilerin tümünü öldüremeyecek olan İsrailliler, tek devletli ya da iki devletli çözüm sonrası onlarla birlikte nasıl yaşayabileceklerini de hesaplıyorlardır, herhalde.
Siyonistlerin, bazılarına göre hevesle ama aslında korku ile bekledikleri Armageddon hemen olmayacaksa -ki, yakında olmayacak gibi-, bir sene, üç sene, on sene ya da elli sene sonra yaşanabilecekleri kim hayal edebilir