Başka eski sınırlarına kavuşup kavuşamayacağı, Ukrayna ile ilgili gelişmeler soru işaretleri ile dolu. Rusya'nın işgal ettiği yerlerden çekilip çekilmeyeceği, ABD'nin yeraltı zenginliklerinin ne kadarıyla yetineceği ve esas olarak da ülkenin kendi ayakları üzerinde durup duramayacağı, bunlardan bazıları...
Ukrayna'nın yakın tarihinde kısa bir gezinti, öğretici olacak.
Bağımsızlık süreci sonrası, Ukrayna'nın nükleer silahlarını Rusya'ya vermesi ile ilgili 1994 Budapeşte Protokolü'nü hatırlayıp, 'o imzayı atmayacaktık' diyenlerin sayısı az değildir.
Bağımsızlığına kavuştuğu 1991'de ABD ve Rusya'dan sonra dünyanın 3. nükleer gücü olan Ukrayna'daki kırılmanın, batılı devletlerin de talebi ile bu silahları Rusya'ya devretmesi ile başladığının altını çizmek gerek.
Moskova'nın yerleştirdiği 5 bine yakın nükleer başlıklı silahı olan ülkenin, Hiroşima'yı yerle bir eden bombadan çok daha güçlü 10 termonükleer savaş başlığı taşıyan uzun menzilli füzeleri bile vardı.
Rusya, Ukrayna, İngiltere ve ABD arasında 1994'te imzalanan Budapeşte Protokolü ile 'hiçbir ülkenin Ukrayna'ya karşı güç veya tehdit kullanmayacağı ve ülkenin egemenliğine ve mevcut sınırlarına saygı duyulacağı' sözünü alan Ukrayna'nın nükleer silahlarını Rusya'ya devretmesi, hikayenin özeti.
Hükümet ve ordu içinden gelen itirazlara rağmen alınan nükleer silahsızlanma kararının uluslararası kamuoyunda büyük bir başarı olarak görülmesi, olayın magazin boyutu.
Ukrayna'da işbaşına gelenlerin en önemli problemi, Rusya ya da Avrupa Birliği arasında tercih yapmaktı. 1994'deki ilk çok partili seçimde Komünist Parti 13,6 oy alırken, en yakın rakibi Demokratik Blok'un oyu 5 idi ve Mecliste bağımsızlar egemendi. 1998'de 24,7 oyla birinci olan Komünist Parti, Rusya ile birliği savunan diğer partilerle birlikte ülkenin hakimi oldu.