Gündemin hay u huyu arasında anılması kesinlikle ihmal edilmemesi gerekenlerden birisi de Çanakkale Zaferleridir. Milletimizin en olumsuz şartlar altında bile neler yapabileceğini göstermesi açısından, vaktiyle orada yaşananları özellikle de bugünlerde sık sık anmakta ve anlatmakta fayda var.
İngiltere ve Fransa'nın, artık bittiğini zannettikleri için pervasızca üzerine yürüdükleri ecdadın ilk ağır tokadını yedikleri 18 Mart 1915 Deniz Zaferi, Çanakkale'de yazılan destanın en önemli bölümlerinden.
Müttefiklerin, sahip oldukları dünyanın en güçlü donanmalarından birisi ile kolayca geçebileceklerini düşündükleri Çanakkale Boğazı önünde tattıkları yenilginin acısını 110 yıl sonra bile hala unutamadıkları bilinir.
İstanbul'u ele geçirerek Osmanlı'yı devre dışı bırakmak hayali kuranların, dönemin en güçlü gemisi Queen Elizabeth'in de aralarında bulunduğu toplamda 316 topa sahip 18 zırhlı ile sadece 73 topla koruduğumuz Çanakkale Boğazı'na yönelik nihai saldırıları, 18 Mart 1915 saat 11'de başladı.
Saat 18'de, sabit kaleler karşısında yüzde yüz başarı kazanacağına inanılan yüzen kalelerden üçünün batması, üçü ağır olmak üzere birçoğunun yara alması üzerine saldırganlar geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
Çanakkale denildiğinde genellikle 18 Mart 1915 Deniz Zaferi akla gelir ve bilmeyenler, olayı bunda ibaret zanneder. Oysa, esas savaşın, Çanakkale'yi denizden geçemeyeceklerini anlayanların 25 Nisan 1915'te başlattıkları kara savaşları olduğu unutulmamalıdır.
Müttefiklerin, 25 Nisan'da karaya asker çıkarmaları ile başlayıp, 9 Ocak 1916'da Osmanlı'nın zaferi ile neticelenen Çanakkale Kara Savaşları'nın en önemli özelliği, daracık bir alanda yüz binlerin katılımıyla gerçekleşmesidir. Savaş bitip saldırganlar çekildiklerinde, 250 bine yakın şehidimize karşılık onların da en az o kadar kayıp verdikleri bilinir.