Al oğlunu, vur babasına

Beraberindeki Halil Bey'le gelen Melih Bey, selam verip oturduktan sonra:

- Bugün hazırlıklı geldim. Merak ettiğinizi bildiğim bazı soruları cevaplar diye, sabah camide gördüğüm emekli tarih hocamız Halil Bey'i de getirdim. Laf aramızda, anlatacaklarını ben de merak ediyorum... İhsan çay getirmek üzere kalkarken, ilk soru Selim'de geldi:

- Hocamızın bölge ve özellikle Suriye'nin tarihi hakkında söyleyeceklerini zevkle dinleriz tabii. Ama önce sen geçen haftadan bu yana olanları bir özetle hele. Biz Musul'a girilecek mi diye merak ederken, Şam'a girildi ve bu arada Kuzey'de de ilginç şeyler oldu... Melih Bey:

- Haklısın geçen hafta Musul ihtimal dahilindeydi, ama Şam zor gözüküyordu. Oysa MİT Başkanı İbrahim Kalın, Cuma namazını Şam Emevi Camii'nde kıldı. Yani hakikaten beklenmedik şekilde hızlıca gelişti her şey... Misafirlere çayların veren İhsan:

- Bütün bunlardan ve hele de MİT Başkanımız İbrahim Kalın Emevi Camii'nde Cuma namazı kıldıktan sonra, Türkiye'nin bu işlerin neresinde olduğunu sormaya gerek yok... Selim:

- İyi de, bütün bunlar nasıl oldu da oldu.. Melih Bey:

- Öncelikle olması gereken oldu, hamdolsun. Nasıl olduğuna, rejimi ayakta tutan İran ve Rusya'nın kenara çekilmesi ile oldu, diyebiliriz mesela. Nasıl olduğu sorusuna da, kendisine has sebeplerle hem masada ve hem de sahada olan Türkiye'nin bilinen ve bilinmeyen katkıları ile oldu cevabını verebiliriz... Mehmet:

- Rejimin çökmesi ile PYDYPG'nin Fırat'ın batısındaki renkleri de soldu. Bu nasıl oldu..

- Cumhurbaşkanımızın son zamanlarda, güneyimizde herkesi memnun edecek gelişmeler olabileceğini söylüyordu, biliyorsunuz. Dolayısıyla Halep'in alınışı sonrası Münbiç ve çevresi de PKK uzantılarından temizlendi. Bundan sonra neler olur, bilinmez. Ama, Türkiye güneyindeki güvenlik kuşağını tamamlamaya kararlı ve "bir gece ansızın gelebiliriz' mesajı da her zaman geçerli... Remzi:

- Demek ki PYDYPG'yi yani PKK'yı gösteren renklerin Fırat'ın doğusunda da solacağı günler yakın. Peki, fırsattan istifade Golan ve çevresinde işgallerde bulunan İsrail konusu ne olacak dersiniz..

- Sanırım öncelikle Suriye'deki durumun netleşmesi gerek, Ardından, İsrail konusu ile ilgilenilir. Unutmayın, savunmasız Gazze'ye bile girmeye cesaret edemeyen bir yapı İsrail. Lübnan'ın güneyine düzenlediği karar harekatında da başarısız. Gazze'nin lojistik imkanları yok iken, Hizbullah'ın imkanları da nihayetinde sınırlıydı. İstikrarlı bir yönetimi oturtmasından sonra, lojistik imkanları sınırsız olup, yıllardan beri sahada çatışmalarda bulunan Suriye Milli Ordusu ve diğer muhalif gruplardan oluşacak güçler karşısında İsrail'in pek şansı olmaz, bence...

- Babası Hafız Esad'dan sonra iş başına geldiğinde kendisine ümit bağlanan Beşşar'ın durumuna ne diyorsun..

- Ülkeden kaçışı sonrası ortaya çıkan ve insanın dinlemeye bile tahammül edemediği alçaklıklar, babasından aşağı kalmadığının göstergesi. Bundan sonraki süreçte ülkeden kaçırdığı söylenen 135 milyar dolarlık servet da işe yaramaz. Ülkede yapılan zulüm, işkence ve katliamlar dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin ensesine yapışacağı da kesin... İhsan: Melih Bey'i dinlendirip, hocamıza dönelim ve 61 yıl sonra çöken Baas rejimi ve 52 yıl sonra sona eren Esad hakimiyeti konusunda anlatacaklarını dinleyelim. Buyurun hocam, söz sırası sizde... Halil Bey:

Zulmün tarihi...

- Bildiğim kadarıyla aktarayım. Suriye, İngilizlerle beraber hareket eden bazı Arap liderlerin gördükleri çeşitli hayallere rağmen, Osmanlı'nın çöküşünden sonra uzun yıllar Fransız manda yönetimi altında kaldı. Süreç içinde çeşitli başkaldırılar olmasına rağmen, bağımsızlık için 1936'da başlatılan süreç, ancak II. Dünya Savaşı sonrası 1946'da gerçekleşti. Ancak, askerlerin çektikleri Suriye'yi kendi haline bırakmak istemeyen Fransızların da etkisiyle ülkede uzun yıllar süren bir siyasi istikrarsızlık dönemi başladı... İhsan'ın getirdiği çayı alan Halil Bey, sözlerini sürdürdü:

- Fransızların, ulusal birliği olmayan Suriye'de böyle birlik oluşturmak için yapılabilecek olanlardan daha çok, farklılıkları bilemeye çalışmaları, işin özeti. Nüfusunun yüzde 80'i Sünni, yaklaşık yüzde 10'u Nusayri ve kalanların bir kısmı da Hristiyan ve Dürzi olan bir ülkede, azınlıkların hakimiyetini sağlamak için çalıştılar ve bunu başardılar da. Geriye bakıldığındı, Humus'ta 1933'de kurdukları Askeri Akademi'yi bu iş için kullandıkları anlaşılıyor. Bağımsızlıktan bir süre sonra, Suriye'nin yönetimine önce azınlıkların başat olduğu Baas mensuplarının ve ardından da 1971'den itibaren ülkeyi adeta demir bir yumrukla yöneten Hafız Esad'ın gelmesi, çok da tesadüfi değil... Mehmet:

- Baas deyince ne anlamak gerekiyor, hocam..

- Baas, Fransa'da öğrenim gören Ortodoks Hristiyan Mişel Eflak ve Sunni Musluman Salahaddin el-Bitar'ın, sosyalist ideoloji ile sekuler Arap milliyetçiliğini harmanlayarak oluşturdukları ideoloji ve 1946'da Suriye'de kurdukları partinin ismi. Kelime olarak diriliş manasına gelen Baas'ın, bölge açısından daha çok baskı ve ölüm manasına geldiğini söyleyebiliriz... Mustafa:

- Suriye'nin bağımsızlığından hemen sonra mı iş başına geliyorlar..

- Hayır, bağımsızlık sonrası ciddi karışıklıklar yaşanan ülkede, Baas 1963'de iktidara geliyor. Zaten bu yüzden Baas'tan 61 yıl sonra kurtulduk, deniliyor. Ülkenin asli unsuru olan Sünni Müslümanları devre dışı bırakmak için oynadıkları oyunlar, FETÖ'nün bir zamanlar TSK'da yaptıklarını hatırlatan Baas Partisi'nin ana gövdesi, Suriye'deki azınlıklara mensup ve çoğu Humus Askeri Akademisi mezunu kişilerden oluşuyor. Nusayri asıllı Hafız Esad da bunlardan birisi... Halil Bey, telefonunda aradığı bir belgeyi bulduktan sonra: