"Suçlu on kişinin kurtulması, masum bir kişinin hapse girmesinden daha iyidir"
- Sir William Blackstone
Gece saat 03.00 suları… Arlington, Virginia taraflarında bir yerde araba kullanırken Amerika'ya gittiğimden beri başıma gelmesinden en çok çekindiğim şey oldu. Bir anda arkamda gecenin karanlığını aydınlatan mavili kırmızılı ışıkların yandığını gördüm. Birkaç saniyelik panik halim geçtikten sonra sağ sinyalimi verdim ve uygun bir yerde aracımı durdurdum; hemen arkamda polis arabası da durdu ve kapı açıldı, polis memuru bana doğru yürümeye başladı. Aslında bu durumlarda neler yapılması gerektiği hakkında onlarca Youtube videosu izlemiş, Amerika'da yaşayan arkadaşlarımdan nasihatler almıştım: ellerini direksiyonun üstüne koyarak bekle, sakin ol ve mümkün oldukça polisle konuşma.
Bütün bunlar aklımdan uçup gitti o an. Sebepsiz bir şekilde emniyet kemerimi çıkardım, arabanın ruhsatı ve sigortasını bulmak için torpido gözünü çılgınca karıştırmaya başladım. Derken camdan "tak, tak, tak" sesleri geldi. Camı indirdim, "gecenin bu saatinde ne yapıyorsun" sorusunu duyar duymaz, "Valla memur bey GWU'da okuyorum, Washington D. C. Foggy Bottom Mahallesi'nde oturuyorum, karnım çok acıktığı için 24 saat açık bir McDonalds bulmaya çalışıyordum" diye bütün hayat hikâyemi anlattım. "Alkol var mı" diye sordu, "Yemin ederim yok" dedim. Meğerse sinyal vermeden şerit değiştirdiğim için beni durdurmuş. O zamanlar telefonda daha navigasyon yok, TomTom denilen cihazlarla adres bulmaya çalışılıyor. Ben de bir cihaza bir yola bakayım derken zaten daha acemi şoförüm, bir sağa bir sola yalpalayarak sürüyormuşum. İçinde bulunduğum dehşeti anladıktan sonra sert bir ifadeyle "Bir daha dikkatli sür" dedi ve ceza kesmek yerine uyarı notu verdi. Ucuz atlatmıştım, sert de olsa merhametli bir memura denk gelmiştim.
Amerika'da geçirdiğim süre boyunca polisle karşı karşıya gelmek ve mahkemeye çıkmak hep bir korku olarak bende yer etmişti. En ufak bir şeyde bile mahkemeye gitmek zorunda kalabiliyorsunuz. Televizyonda izlediğim programlarda da hâkim ve savcıların ne kadar sert ve önyargılı olduğunu görüyordum. Her şeyi bir şova dönüştüren bu kültür, adalet sistemini de bir TV şovuna dönüştürmüştü. Her kanalda ayrı bir mahkeme programı yayınlanıyordu. Ama biri vardı ki o işte Amerikan adalet sisteminin sert ve acımasız imajının yanında bir merhamet timsali olarak yüreklere su serpiyordu.
Türklerin Yargıç Caprio ile imtihanı
Geçtiğimiz hafta hayata gözlerini yuman Yargıç Frank Caprio'dan bahsediyorum. Providence Rhode Island Belediye Mahkemesi'nde uzun yıllar görev yapan Caprio, merhametli ve nazik tavırları, esprili ve yumuşak tarzıyla ün salmıştı. "Caught in Providence" ve "Parking Wars" programları sosyal medya ve Youtube'da milyonlarca kez izlendi. Hatta Caprio'nun huzuruna çıkanlar arasında iki Türk de vardı. Youtube'da kolayca videoları bulabilirsiniz; kısaca bahsedeyim yine de: Önce aynı benim gibi üniversite okumaya gitmiş bir kardeşimiz arabasını gece boyunca yol kenarına park ettiği için mahkemeye çıkıyor. Yargıç Caprio ile aralarında çok tatlı bir diyalog geçiyor ve kuralların karışık olduğunu kabul eden Caprio, Türk gencini affedip ceza vermiyor. Daha da ilginci ertesi gün bu sefer bir Türk hanımefendi tam aynı suçtan Caprio'nun karşısına çıkıyor. İlginçlik burada bitmiyor, bizim Türk çocuk da orada! İki Türk arasında yeni neslin deyimiyle "cringe" bir selamlaşma yaşanıyor, yargıç da şaşkın, neden tekrar geldiğini soruyor. "Dün bana çok iyi davrandığınız için teşekkür etmeye geldim" diyor bizimki. Caprio esprili bir şekilde "Türkiye'ye döndüğünde Amerikan adalet sistemiyle savaştım ve yendim" diye anlatırsın artık diyor.