En büyük mirası izzet olan adam

Geçtiğimiz cuma günü muhterem babam Mehmet Kabak, dünya sürgününü tamamlayarak ahirete irtihal etti. Bugün hoşgörülerinize sığınarak babam hakkında bir yazı kaleme almak istiyorum. Öncelikle şunu ifade edeyim ki; merhum hakkında yazı yazma isteğim kendisinin babam olmasından ziyade hepimiz için örnek olabilecek bir hayat yaşamış bir şahsiyet, bir dava, ilim adamı olmasındandır.

Tanıyan herkesin şehadet ettiği üzere hayatını Hakk'ı hâkim kılma davasına adamış bir mücahitti. Genç yaşlardan itibaren mücadelenin içerisinde aktif olarak yer almıştı. 1980 darbesi sonrasında 19 yaşında Kayseri'de düzenlenen Hicret Mitingi'nin tertip heyeti başkanı olduğu için 163. maddeden yargılanmış ve 11 ay hapis yatmıştı. 1987 yılında Millî Gençlik Vakfı bölge başkanlığı görevine getirilmiş ve Erbakan Hocamızın takdirini kazanan çalışmalara imza atmıştı. Sonraki dönemlerde Millî Görüş partilerinde görev almış ve saha çalışmalarının koordinasyonunu üstlenmişti. Yol arkadaşı Mustafa Şahin abimizle birlikte işletmesini üstlendiği aile çay bahçesinde onlarca gencin topluma hizmet edecek bireyler olarak yetişmesi için mücadele etmişti. Hastalanıp artık gidemeyecek hale gelinceye kadar Saadet Partisi İl Yönetim Kurulu toplantılarına aktif olarak katılır, en zor şartlar altında dahi sorumlu olduğu ilçelere gider, vazifesini yerine getirirdi. Bir tercih noktasında olduğunda her zaman Erbakan Hocamız hangi istikameti gösteriyorsa orada yer aldı. Zaman oldu, davasından dolayı işinden oldu, sıkıntılar yaşadı ama asla hak bildiği yolda yürümekten geri durmadı.

İlim için büyük bir emek vermiş ve sahip olduğu ilmi insan yetiştirmek için değerlendirmiş bir şahsiyetti. İlkokul mezunu olmasına rağmen binlerce kitap okumuş ve analiz etmişti. Okuduğu kitapların tamamını satırlarının altını çizerek okur, kitapların hangi bölümlerinde hangi konulara temas edildiğini tek tek hafızasında tutardı. Kendisi ile ilmi bir konuda konuştuğumuz zaman, "Sen falanca kitabı oku, sonra gel bu konuyu tekrar konuşalım" der, tavsiye ettiği kitapta hangi bölümleri dikkatlice okumam gerektiğini ifade ederdi. Kur'an-ı Kerim'i okurken dahi ayetlerin altını çizerek okur, üzerlerine anlamları, bağlantılı olan ayetler, nüzul sebepleri vb. ile ilgili notlar yazardı. 44 yaşından sonra kendisini ilmi çalışmalara adadı. İyi derecede Arapça ve Farsça öğrendi. Kendisine ders veren Ömer Arif Hocamızın ifadesiyle, günün yarısından fazlasını ilmi çalışmalara ayırarak büyük bir istek ve gayretle çalışmış, 44 yaşından sonra öğrenci olarak girdiği medreseye yıllarca müderris olarak hizmet verecek seviyeye gelmişti. Medresede verdiği derslerde en ağır Arapça metinleri okutmuş ve eğitim verdiği gençlerin kaliteli bir şekilde yetişmesi için mücadele etmişti.

Her şart ve koşulda Allah'a teslim olan, Allah'tan başka hiçbir kişi ve makamdan isteği, beklentisi olmayan bir Müslümandı. Çok sıkıntılı süreçler yaşadı, büyük imtihanlar, sıkıntılar yaşamasına rağmen sabretti, tevekkül etti ve teslim oldu. Çok sıkıntılı süreçlerinde dahi hatırını sayacak çok üst düzey bir çevresi olmasına rağmen Allah'tan başka hiçbir kimsenin kapısını çalmadı. Bir gün kendisine, "Baba neden sıkıntılarını benimle paylaşmıyorsun Elimden ne gelirse evlat olarak vazifemi yapmak isterim" demiştim. Bana baktı ve, "Oğlum ben sıkıntılarımı, taleplerimi bir kulun çalması gereken tek kapının sahibine arz ettim. Evladı bile olsa insan onun başkasından talepte bulunursa onun kapısı insana açılmaz" demişti. 3 yıldır hastalıkla imtihan oluyordu. Hastalığı karşısında gösterdiği sabır ve metanet üzerine bir kişi kendisine, "Maşallah lütfun da kahrın da hoş diyorsun" deyince, "Onu söylemek benim haddim değil. Allah'ın kahrı benim gibi acizler için ağırdır. Ben ona güç yetiremem. Şimdilik verdiği imtihana sabretmeye çalışıyoruz" demişti.