Ekonomik makyaj tutar mı

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada küçük artışların gözlendiği birkaç ekonomik gösterge paylaşarak uygulanan ekonomik politikaların ülke ekonomisinde istikrarı sağlamak adına faydalı olduğunu iddia etti. Ekonomik olarak uzun vadede ülkeye zarar vermiş olma pahasına da olsa enflasyonu düşürmeyi temel gaye olarak belirlemiş olan bir anlayış için birkaç olumlu göstergeyi ortaya koyarak pembe tablolar çizmek mümkündür elbet. Ama biz bir ülke ekonomisi için en kritik öneme sahip olan ve halkın refahı bakımından önem ifade eden birkaç gösterge ile Sayın Bakan'ın çizdiği tabloya farklı bir açıdan bakmak istedik. Ekonomiye sürülen makyajın ne kadar gerçekçi olduğunu görmeyi arzu ettik.

Ülke ekonomisi bakımından en önemli göstergelerden birisi ekonomik paylaşımdaki adaletin göstergesi olan gelir dağılımı eşitsizliğidir. Türkiye'de gelir dağılımındaki eşitsizlik, ekonomik ve sosyal politikaların etkinliğini sorgulamayı gerektirecek düzeydedir. Ülkemizde son verilere göre, hane halkı kullanılabilir gelirinin dağılımında, en zengin %20'lik dilim toplam gelirin %48,1'ini elde ederken, en yoksul %20'lik dilimin payı yalnızca %6,3'tür. Bu durum sosyoekonomik kırılganlığa işaret etmektedir. Ayrıca en zengin %5'lik kesim gelirin %23,1'ini alırken, en yoksul %5'lik kesim %1'ini dahi alamamaktadır. Bu derin uçurum, ekonomi pastasındaki dağılım eşitsizliğinin uygulanan politikalarla daha da derinleştiğini ortaya koymaktadır. Diğer yandan Sayın Bakan, enflasyon rakamlarının sürekli olarak düştüğünden dem vururken, Türkiye'de enflasyon, özellikle gıda fiyatları üzerinden hane halkı bütçesini ciddi şekilde etkilemektedir. OECD verilerine göre, Haziran 2025 itibarıyla Türkiye'de gıda enflasyonu %30'un üzerinde seyrederken, OECD ortalaması %4,6'dır. Bu durum, Türkiye'nin gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında en yüksek orana sahip olduğunu göstermektedir. Yüksek gıda enflasyonu, özellikle düşük gelirli hanelerin tüketim kalıplarını olumsuz etkilemekte, orta sınıfı giderek tamamen yok etmekte ve geniş kesimleri yoksulluğa sürüklemektedir. Açlık sınırının 26.155 TL, en düşük emekli maaşının ise 16.881 TL olması, bu durumun somut bir örneğidir.

Üretime ilişkin veriler bir ekonominin seyri açısından en önemli göstergeler olarak ifade edilebilir. Yayınlanan son verilere göre Türkiye imalat sanayii performansının heterojen bir yapı sergilediği görülmektedir. Tekstil sektörü başta olmak üzere birçok sektör daralma eğilimindeyken, makine ve metal ürünler ile elektrikli ve elektronik ürünler sektörlerinde küçük oranlarda da olsa genişleme gözlemlenmektedir. Bu durum, Türkiye ekonomisinin sektörel bazda dengesiz bir performans sergilediğine işaret etmektedir. Ayrıca yüksek katma değerli sektörlerdeki performansın yetersiz olması, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği açısından risk oluşturmaktadır. Bu nedenle her zaman ifade ettiğimiz gibi üretimde katma değer dönüşümü olmadan özellikle dış ticaret açığının kapanması ve ekonomik sorunların genel olarak çözülmesi mümkün olmayacaktır. Dahası önemli bir gösterge olarak ifade edebileceğimiz merkezi yönetim borç stoku rekor üstüne rekor kırmaktadır. 31 Temmuz 2025 tarihi itibarıyla merkezi yönetim borç stoku 12.045,31 milyar TL seviyesine ulaşmıştır ve bu borcun 6.526,6 milyar TL'lik kısmı yüksek faizli döviz cinsinden borçtur. Bu borçların sürekli yükselmesi, ekonomiden son 20 yılda 600 milyar dolar ödeme yapılan borç faizlerine giden payın da sürekli olarak artmasına neden olmaktadır. Yani her geçen yıl 85 milyon insan daha fazla faiz ödemesi yapmak adına yıl boyunca çalışarak para sahibi rantiyeciler için adeta kölelik yaptırılmaya devam etmektedir.