Düzene karşı düzen...

Gazze'de ateşkesin İsrail'in kışkırtmalarına rağmen uygulanmaya çalışıldığı şu günlerde İsrail sorunu ile ilgili konuşulması gereken temel meselelerden birisi üzerinde durmak gerekiyor. Bildiğiniz gibi terörist başı Netanyahu, ateşkese kısa bir süre kala yaptığı açıklamada, dünyada İsrail'e karşı yükselen tepkilere yanıt olarak, "Elinizde tuttuğunuz telefonlardan yediğiniz domateslere kadar her şeyi biz üretiyoruz" şeklinde bir açıklama yapmıştı. Bu açıklamada kastettiği elbette üretilen birçok ürünün fiili olarak İsrail'de üretiliyor olması değildi. Burada katil Netanyahu, kastedilen birçok alanda global olarak pazarlanan dünyanın en büyük markalarının Siyonistlere ait olduğuna vurgu yaptı. Vermek istediği mesaj; mevcut dünya düzeninde siyasal sisteme hâkim olduğumuz gibi ekonomik sisteme de hâkimiz, bize tepki verenler bunu unutmasınlar mesajıydı. Netanyahu, dünyayı tehdit ederken aslında bizlere yeryüzündeki zulümleri sonlandırmak ve adaleti tesis etmek için odaklanmamız gereken temel meseleyi de işaret etmiş oluyordu: Mevcut düzene karşı adil bir düzen kurmak...

Bugün yeryüzünü ifsat eden Siyonizm, İkinci Dünya Savaşı sonrasında siyasi, sosyal ve iktisadi açıdan kendilerini hedefledikleri dünya hâkimiyetine ulaştırması amacıyla "Yeni Dünya Düzeni" olarak ifade edilen bir düzen tesis etmiştir. Uluslararası hukuku sürekli olarak çiğnemesine rağmen İsrail'in sürekli Batı'nın desteğini almasını sağlayan, ABD başkanlarını kendi ülkelerinden daha fazla İsrail'i düşünmek ve İsrail'i korumak zorunda bırakan bu sistemdir. Oluşturulan sistemde Yahudi diasporası, bulundukları ülkenin siyasetine etki eden en etkili güç haline getirilmiştir. Bunun sonucu olarak bulundukları ülkelerin siyasi kararlarının İsrail lehine çıkmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte başta sinema olmak üzere, televizyon, internet vb. yoluyla Siyonizm'in hedeflediği nizamın propagandası yapılmış ve söz konusu yollarla ifsat yayılmıştır. Bununla birlikte küresel ifsat projelerinin ve Siyonist baronlar tarafından planlanan savaşların finansmanı planlı olarak büyütülen markalar ve finans sistemini elinde tutan finansörler tarafından sağlandı. Örnek olarak Aksa Tufanı sonrası yaşanan süreçte demir kubbenin İsrail'e günlük maliyeti milyon dolarlarla ifade edilirken, kırılgan durumda olan İsrail ekonomisinin savaşın maliyetini karşılayabilecek gücü bulması da bu finansal gücün desteği ile olmuştur. Var olan bu ifsat düzeninin insanlığa saadet getirmediği açıktır. Bugün gelinen noktada dünya gelir dağılımı adaletsizlikleri, savaşlar, sömürüden başka bir şey üretmemektedir. Mevcut dünya düzeninin Birleşmiş Milletler ve benzeri kurumlarının yapıları itibarıyla insanlığın mevcut sorunlarına çare üretmesi mümkün değildir. Örnek olarak Birleşmiş Milletler teşkilatını ele alırsak bugün mevcut yapıda BM üyesi ülkeler arasından sadece beş ülkenin alınan kararları tek başlarına veto etme hakkı vardır. Bugün Birleşmiş Milletler teşkilatında yaptığı bunca soykırıma ve insan hakları ihlaline rağmen İsrail aleyhine alınacak her türlü karar sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin vetosuyla reddedilmektedir. Zaten kuruluş amacı bugünkü sistemin sürekliliğini sağlamak olan böylesine adaletsizliğin hâkim olduğu bir yapıdan insanlığın sorunlarına çözüm bulması beklenemez. NATO, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü, OECD, AB vb. diğer teşkilatlar açısından da durum farklı değildir. Kendilerince bütün dünyaya insan hakları dersi veren Avrupa Birliği'nin gazetede yapılan soykırım karşısında takındığı İsrail yanlısı tavır, Batı'nın mevcut kurumlarından insanlık için hiçbir şey beklenemeyeceğinin somut göstergesi niteliğindedir. Maalesef sadece kınama teşkilatına dönüşmüş İslam Birliği Teşkilatı ve benzeri yapıların da bugün insanlığın saadeti için beklenen misyonu üstlenecek bir yapıda olmadığı açıktır.