Anahtar Kelimeler (Yalan)

İtalyan yazar Carlo Collodi'nin 1881 yılında yayınlanan eserinin adını ve esere adını veren Pinokyo'yu hepimiz biliriz. Toskana'nın bir köyünde yaşayan yaşlı marangoz Gepetto Usta'nın tahtadan yaptığı bir oyuncak olan Pinokyo, gerçek bir insan olmak ister. Bu isteği gerçekleşince yaramaz, hiçbir öğüde kulak asmayan, kendi bildiğini okuyan bir çocuk olur. Ama Pinokyo'nun dünyâ edebiyatında en bilinen özelliği yalan söylediğinde burnunun uzamasıdır. Keşke Pinokyo yerine örnek verecek yerli bir hikâye kahramanımız olsaydı ama maalesef (ve nedense) yok. "Nedense" diyorum, çünkü kültürümüzde yalan ile ilgili onca deyim olmasına rağmen, Türk edebiyatında bunun müşahhas bir örneği yoktur.

Carlo Collodi böyle bir karakter oluştururken, belki de yalanın somutlaşmasını ve fizikî olarak görülmesini arzu etmiş olabilir. Yalan söyleyenlerin yalan söylediğini ateşimizin çıkması, canımız yandığında gözyaşımızın akması gibi fiziksel olarak görebilseydik ne iyi olurdu. Belki o zaman kimse yalan söyleyemezdi.

Derler ki içki içip sarhoş olmak ne cesur günahtır. Çünkü içki içip sarhoş olan kişinin o günâhı işlediği dışarıdan bakınca belli olur. Konuşması bozuktur, ayakta durmakta zorlanır, gözleri kayar. Ama daha büyük günahlardan mesela zina öyle değildir. Zina yapan bir kişinin günahı fiziksel olarak belli olmaz.

MİTOMANİ

Aslında yalan, bilinmesini istemediğimiz, görsel ya da işitsel olarak kimsenin şâhit olmadığı bütün diğer günahların bir örtüsüdür. Yalan söyleme becerisi olan yâni yalan söylediği anlaşılmayan bir kişi, her türlü günâhı, her türlü kusur ve yanlışı inkâr edebilir ya da kendini temize çıkaracak bir hikâye anlatabilir. Oysa yalancıların en çok ve öncelikle kendilerini kandırdıkları söylenir. O kadar ki, kendi yalanına inanma gibi psikolojik bir ruh hastalığı vardır. Mitomani neden bu hastalık, bir kişinin ya da bir topluluğun hatta bir milletin kendi uydurduğu yalana inanıp bunun üzerinden menfaat elde etmesine sebep olur. İhtiyâcı olmadığı hâlde ama çalışıp para kazanmaya üşendiği için fakir olduğu yalanı üzerinden dilenen binlerce insan vardır. Osmanlı Devleti'nin 1915'te Anadolu'daki Ermenilere sözde soykırım uyguladığı ise Ermenilerin inandığı ulusal boyutta bir yalandır. Daha büyük bir yalana Siyonistler "vaad edilmiş topraklar" adını vermiştir.

Yalanın en kötüsü, o yalana inanmak isteyen kişi veya kitlenin olmasıdır. Biri duymak istediğimiz yalanları söylesin de biz de inanalım, diye bekleyen milyonlarca insan vardır. Oysa Pinokyo'nun tahta bir oyuncaktan gerçek bir çocuğa dönebilmesi için Mavi Peri'nin yerine getirmesini söylediği üç şart vardır: cesur olmak, dürüst olmak ve bencil olmamak. Pinokyo'nun bunları yapması için vicdânının sesini dinlemesi gerekmektedir. Çocuklara vicdânlarının sesini dinlemeyi öğretmek için ustalıkla kurgulanmış bir hikâye, aslında bize vicdanımızın sesini dinlemezsek, cesur ve dürüst olamayacağımızı ve bencil olacağımızı söyler. Bunu yapamayan Pinokyo'nun burnu uzar. Yâni vicdanının sesini dinlemeyenler aslında yalan söylüyorlar demektir.

Vicdanının sesini dinlemenin birinci şartı, kişinin kendini diğer kişilerin ve canlıların yerine koymaktır. Onları ötekileştirmemek, nesneleştirmemektir. Onları kullanmamak, iyi niyetlerini suistimâl etmemek, işi bitince bir kenara atmamaktır vicdanlı olmak. Ama bunları yaparsa, diliyse söylemese büyük bir yalanı yaşıyor, bir yalanı oynuyor demektir.

DOĞRUNUN İÇİNDEKİ YALAN

Daha da ilerletirsek, yalan içinde doğruları da saklayan bir vicdansızlıktır. Söylenmemesi gereken doğru, yanlış yerde, yanlış zaman, yanlış kişiye söylemek vicdânen yanlış olduğu için bir vicdansızlık yâni yalandır.
Yalanı oynamak deyince, doğrular içine saklanan yalanları da söylemeden geçemeyiz. Genellikle büyük kitleleri, arayış içinde olan insanları ve çoğunlukla gençleri kandırmak için, ahlâken veya târihsel birçok doğrunun içine serpiştirilmiş yalanlar vardır. Bu yalanları söyleyen insanlar, bir yalanlarının inanılır hâle getirmek için doksan dokuz doğruyu söylemekten çekinmezler ve o bir tek yalanın inanılması için gereken güveni elde edene kadar sabırla beklerler. Şeytânî bir sabırdır bu. Oysa sabır ahlâkî sebeplerle gösterildiğinde hem kişisel hem de toplumsal olarak yapıcı bir duygu ve tavırdır. Bir yalancıyı sabırlı yapacak o tek dürtü, üzerine yatırım yaptığı yalanının ona sağlayacağı maddî veya mânevî menfaattir. Bunu yapanların aynaya nasıl baktığını merak ediyorsanız, bilin ki, bizim onların suratlarına baktığımız gördüğümüz yüz, onların aynada gördükleri yüz ile aynı değildir.