Anahtar Kavramlar (Kahramanlık)

Muhtemelen kahramanları çıkartırsak târih bilgimiz adına pek bir şey kalmaz. Dönemlerin, başarıların, zaferlerin, keşiflerin, icatların bir kişi merkezine toplanmasıyla kahramanlar ortaya çıkıyor. Peki tek bir kişi. Târihsel süreçteki bir döneme nasıl damgasını vurabilir; tek bir kişi nasıl zafer kazanabilir; tek bir kişi daha önce gidilmeyen yerlere gidip nasıl keşifler yapabilir; tek bir kişi hiçbir önceki birikimi kullanmadan tamâmen kendi edinimleriyle nasıl icat yapabilir

Maalesef bu sorulara onca kahramanın tekilliğini savunacak cevaplar veremiyoruz. Elbette bir zafer anıtında ordudaki her bir askerin yeri yoktur. Ama ordudaki askerler, ekipteki elemanlar, takım arkadaşları neden önemsenmiyor Bu önemsemeyişin en büyük bedelini o kahramanlardan sonra gelen nesiller ödüyor.

Başarı her ne konuda olursa olsun, kahramanın şahsına yüklendiğinde, o kişiyi kahraman yapan süreç, o kişiyi kahraman yapan özellikler, yaşadığı zorluklar, sorunlarla baş etme yöntemleri, olaylara bakış
açısı ve benzeri birçok ayrıntı ve gerekli bilgi gözden kaçırılıyor. Böylece o kahraman sâdece târihte dondurulmuş bir karakter hâline getiriliyor ve onu örnek almamız, "o olsaydı ne yapardı" dememiz engelleniyor. Bu yüzden sekiz yüz yıl sonra hâlâ Mevlânâ'nın "yeni şeyler söylemez lâzım cancağızım" sözünü tekrarlıyoruz ama yeni şeyler söyleyemiyoruz. Belki 21. Yüzyılın Mevlânâların engel oluyoruz.

Kahramanların heykellerini dikiyoruz, resimlerini asıyoruz, imzâlarını ya da tuğralarını vücûdumuza dövme yaptırıyoruz, arabamıza çıkartma olarak yapıştırıyoruz, bardaklara resimlerini, sözlerini yazıyoruz. Ama bir kahramanı buzdolabı magneti hâline getirmek bize ne kazandırır ki!

Mârifet sâdece kahramanlarda olsaydı şunu düşünmeliyiz: Fâtih'ten önceki komutanların Fâtih'ten nesi eksikti Süleymâniye ve Selimiye için sâdece Mimar Sinan yeterli olsaydı, Mimar Sinan'ın dönemindeki devletin ekonomik ve siyasal gücü, taş ve demir işçileri, Mimar Sinan'ın Osmanlı coğrafyasını gezip mimârî bilgisini arttırma imkânının hiçbir önemi olmamalıydı.

KAHRAMANLARLA BİTEN ÜLKÜ

Hem İslâm âleminde hem de Türk-İslâm kültüründe belki de en büyük hedef, İstanbul'un fethiydi ve milâdî 1453 yılında gerçekleşti. Sahih olduğu şüpheli de olsa, "La tüfte hannel Konstantiniyye" hadis-i şerifindeki "Ne güzel komutandır, ne güzel askerdir" müjdesine mazhar olmak için, İslâm orduları Emevî döneminden itibâren İstanbul'u defâlarca kuşatmıştır. Peki bu hadis-i şerifin geçerliliği İstanbul fethedilince bitmiş midir Bu hadis, 21. yüzyılında anlam ifâde etmiyor mu 21. yüzyılda da "ne güzel komutan, ne güzel asker" dedirtecek fetihler olamaz mı Bu soruya evet cevâbını verebilmek için
"kahraman" kavramına yüklediğimiz anlamı güncellememiz lâzım.

Çocuklarımıza "Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın" diye marşlar söyleterek onları 21. yüzyılın fâtihleri yapabilir miyiz Günümüzde hangi çocuk, bir devletin başına geçme ihtimâliyle doğuyor ve bir devletin başına geçecekmiş gibi yetiştiriliyor Daha önemlisi, fetih için tek bir kahraman yeterliyse, daha önce İstanbul'u kuşatanların nesi eksikti Sultan II. Mehmet'i "fâtih" yapan özellik, histerik bir İstanbul saplantısı değil, çağının en ileri teknik bilgisine sâhip olması ve bu bilgiyi uygulayabilecek ekonomik, sosyal ve siyâsî güce sâhip olmasının yanında, kendisiyle aynı ülküyü paylaşan askerlerden oluşan bir orduya sâhip olmasıydı. Paşalardan beylere, nalbantından kuşatma süresince orduya yemek pişiren aşçısına kadar bütün neferler aynı hedefi paylaşıyordu. Bu yüzdendir ki, hadis-i şerifte "ne güzel komutandır"ın yanında "ne güzel askerdir" denmiştir. 21. yüzyılın fetihlerini gerçekleştirmek için komutanın yanında askerlere de önem vermeliyiz. Komutanlar yetiştirirken o komutanların yöneteceği orduları oluşturacak askerleri de yetiştirmeliyiz. Yoksa "O gidince ne yapacağız" sorusunun sarmalından kurtulamayız.