Genç bir kadının güçlü vedası...

Yerli ve yabancı, sahnelediği çalışmalarla seyircinin ilgisini ayakta tutan 29. İstanbul Tiyatro Festivali'nin son günlerinde izlediğim oyunlarından biriydi Bovary.

Bilindiği gibi, Gustave Flaubert'in Madame Bovary romanı, yazıldığı 1857 yılında fırtınalar koparmış ve toplum değerlerini sarstığı gerekçesiyle dava konusu olmuş, yasaklanmaktan kıl payı kurtulmuştu. Bu arada, romanın önsözünde mahkemede romanın savunmasını yapan Paris barosu üyesine Flaubert'in teşekkürü de kayda değer.

Madame Bovary, yıllar önce Fransızca aslından dilimize edebiyat ve eleştiri dünyamızın iki önemli ismi Nurullah Ataç ve Sabri Esat Siyavuşgil tarafından çevrilmiştir. 1974'te Remzi Kitabevi, 2006'da Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan eser, Siyavuşgil'in "Birkaç Söz" bölümünde belirttiğine göre, ilk olarak Ayda Bir mecmuasında Ataç'ın çevirisiyle tefrika şeklinde yayımlanmış. 1936'da derginin kapanmasıyla ara verilmiş ve 1957 yılında Nurullah Ataç'ın vefatından sonra, Remzi Kitabevi'nin teklifiyle onun bıraktığı yerden (İkinci Kısım VIII Bölüm) Sabri Esat Siyavuşgil devam etmiştir.

TOPLUM DEĞERLERİ VE ÖTESİ

Madame Bovary bir yandan toplum değerlerini sarsan bir çalışma olarak yorumlanırken öte yandan bu değerleri sorgulayan eleştirel yaklaşımlara da zemin oluşturmaktadır. Aynı şey, ilişkilerdeki çelişkileri vurgulayan sahne uyarlamalarında da gözlemlenmektedir. Döneminin önemli yazarlarından ve Romantizm akımının temsilcilerinden olan Gustave Flaubert, bir tür bunalım, sıkışmışlık, uyuşmazlık, tekdüzelik kalıpları içinde dönen yaşamlardan yola çıkarak insanı derinlere çeken, üstünde düşünmeye iten bir ihanet sürecine insani duygularla odaklanır. Linç kültürünün bir uzantısı olarak değil. Sanırım bu insani yön Flaubert'in ağzından paylaşılan bir cümlede yansılar kendini: "Madam Bovary benim."

VE DOĞU'NUN İZLERİ

1849-1851 yılları arasında başta Mısır olmak üzere Filistin, Suriye ve Türkiye'yi gezmiş bir yazar Flaubert. Edward Said, Orientalizm adlı kitabında, Emma Bovary'e de atıfla şöyle bir saptamada bulunur: "19. yüzyıl Avrupa'sı 'burjuvalaşma' eğilimleri içinde cinsiyet konusunu çok ileri ölçülerde kurumsallaştırmıştır. Bir tarafta 'serbest' cinsiyete benzer hiçbir şey ortalarda yoktur; diğer tarafta toplum içinde cinsiyet konusu can sıkıcı bir seri yasal zorunluluk, ahlaki, siyasi ve ekonomik kısıntılar getirir."