Çölde bir gün...

Sabah ezanı okunmuştu.Bahçede kesintisiz akan bulağın soğuk suyuyla yüzümüzü yıkadık. O kadar soğuktu ki kendimize gelmemiz sadece birkaç saniye sürdü.Kadınlar tandır damıyla kiler arasında mekik dokuyor, çöle gidecekler için azık hazırlıyordu.Hasırdan örülmüş büyük bir sepetin içine örtü serildi. En alta lavaşlar ve el ekmeği konuldu. Sonra da çeçil peyniri ve lor peynirin karışık olduğu bez torba...Hamdi Bey'in tarlasını kiralayıp bostan kuran Laz bostancıdan bir gün önce alınmış hafif kırmızıya çalan domatesler ve yeşil soğan da eklendi.Son olarak ise koca bir karpuz.İki büyük plastik bidon suyla dolduruldu.Aynı anda gençler at arabasını hazırlamaktaydı. Araba kapının önüne çekildi. Su bidonları, örsler, tırpanlar yüklendi. Lastik tekerli bilyeli yeni at arabaları, birkaç yıl öncesine kadar öküzlerin çektiği tahta tekerli furgunun yanında devrim gibiydi.Sıra arabayı çekecek atlara gelmişti. Önce koşum malzemeleri arabanın üzerine konuldu.Atların karanlık ahırdan güneşe çıktığı anı bilir misinizÖnce biraz afallarlar. Gösteri atlarını andırırcasına ritmik hareketler yaparlar. Birbirleriyle oynaşmak isterler. Sonra çayıra doğru yönelir ve kaçmaya çalışırlar. Yularına bağlı zinciri bıraksalar, çayırı ortadan ikiye bölen dereye kadar tek nefeste dört nala koşabilirler.Ancak bu kez çayıra salınmak için değil, araba çekmek için dışarı çıkarılmışlardı.Arabanın önüne götürüldüler. Hamutları takıldı. Deriden şinelleri sırtlarına geçirildi. Hamuttan gelen pastronkalar, arabanın ön tarafındaki valoklara takıldı. Hamutları iki atın arasındaki "dişli" denilen uzun odunun ucuna da bağlandı.Yular ve kantarmalar takılınca araba harekete geçmeye hazırdı.At arabasının önünde bir kenardan diğer kenara kadar uzanmış 20 santim yüksekliğinde, 30 santim derinliğinde bir sandık vardı.Arabadaki en küçük ırgat 15 yaşındaydı ve kantarmayı o aldı. Ön taraftaki sandığın üzerine oturdu. Kantarmaları tek eliyle kavradı ve diğer elindeki gunitle atlara vurdu.Diğer ırgatlar ayaklarını yanlara doğru sarkıtarak oturmuştu.Çöle gitmek için yola çıkmışlardı (çöl diyorlardı, çünkü çalıştıkları tarlalar yaz aylarında güneşin altında tam bir çöle dönüyordu).Evin en yaşlı kadını arkadan "yolunuz açık olsun, bereketli olsun" diye seslendi.Araba ince uzun yolunda doğuya doğru ilerledi. Güneş yeni yeni kendini gösteriyordu. Ufuk çizgisi turuncuya kesmişti.Yol kenarındaki söğüt ağaçlarında yuva kurmuş serçeler ve kargalar yeni uyanıyordu. Onların sesini atların nal sesi bölüyordu.Bir süredir sessiz ve hareketsiz oturan ırgatlar birden ellerini açıp dua etmeye başladılar. Mezarlığın önünden geçiyorlardı ve bir mezarlığın yanından geçerken, orada yatanlara Fatiha okumak önemli bir gelenekti.Mezarlığının hemen ilerisinde eski Ermeni mezarlığından kalma birkaç uzun mezar taşı, arabayı süren genç ırgatın tarlayı bulmak için kullandığı en önemli referanstı.Hafif yan yatmış uzun mezar taşına vardıklarında, kantarmanın sağ tarafını çekti. Atlar sağa doğru koşmaya başladı. İki tarla arasındaki toprak yoldan iki kilometre kadar daha gittiler. Tarlanın başına varmışlardı. Gençler atları yakındaki çayıra zincirlerken, en yaşlı ırgat örs tahtasının üzerine yan oturup tırpanların ağzını çekiçle dövmeye başlamıştı. Çekiçle vuruyor,