Bir "Eski" ve "Yeni" Türkiye karşılaştırması!

Hadi gelin bugün "Eski Türkiye"den "Yeni Türkiye"ye doğru bir yolculuğa çıkalım.

Eski Türkiye için doğudaki en uzak şehrimize, yani Kars'a gidelim.

Susuz'a, Kazım Karabekir Öğretmen Lisesi'nin yemekhanesine.

Her hafta lise son sınıflardan bir başkan seçilirdi. Lise birinci sınıflardan ise ekip oluşturulurdu.

Bir hafta boyunca yemekhanenin bütün işlerini o ekip yapardı.

Okulun içinde Rus askeri karargahından kalma depolar vardı.

Kar tutmasın diye çok yüksek ve dik çatılar yapmışlardı. Bu nedenle bazı malzemeler çatı bölümündeki depolara konulurdu.

Bizim okulda yatılı okumuş her öğrencinin o depoların çatı merdiveninde çekilmiş bir fotoğrafı vardır.

Ekip yemekhanede toplanır, başkan öne düşer, lise birinci sınıf öğrencileri arkasına dizilir, o depodan malzeme almaya gidilirdi.

Mercimek, pirinç, bulgur, kuru fasulye, nohut hep o depolarda tutulurdu.

Bizim için en muhteşem an, fındık çuvalına avcumuzu daldırıp, yanına bir-iki kuru üzüm katık edip fındıkları yemekti.

Fiskobirlik fındığı, Tariş kuru üzümü ne muhteşem bir ikiliydi sahi

Depodan alınan malzemeler süvarilerin at ahırından bozma ince uzun yemekhane binasına taşınırdı.

Bir grup öğrenci de yine at ahırından bozma ince uzun binada marangozhanenin baş tarafında kurulmuş fırına giderdi.

Ekmeğini kendi üreten bir okul hayal etsenize.

Gerçekten bizim okul öyleydi.

O fırından yeni çıkmış ekşi mayalı ekmeğin kokusu nasıl baş döndürürdü sahi

En sevdiğim şeylerden biri de depodan mutfağa taşıdığımız o koca lahanaların beyaz yapraklarını koparıp çiğ çiğ yemekti. Aynı lahana pişip kapuska yemeği olduğunda ise kokusundan yanına yaklaşamazdım.

Bir gün elime aldığım bir patlıcanı sağa sola çevirip ne olduğunu anlayamamıştım. Aşçımız rahmetli Ömer Amca'ya sordum. Adamcağız nasıl anlatacağını bilemedi.

"Hani şu musakka varya" dedi... "Ekmeği yağına banıp yediğiniz o musakka bununla yapılıyor. Adı da badılcan mı ne"

Sadece patlıcan mı

Bir yılbaşı haftası, muzu da ilk kez o yemekhanede tatmıştım.

Bamyayı da orada karşılaşıncaya kadar görmemiştim.

Annelerimizin sürekli kötülediği, adını hep duyup ama kendisini görmediğim Vita yağının büyük tenekelerini de ilk orada fark ettim.

Daha neler neler

O Eski Türkiye'nin en ücra köşelerinden birinde bir okulda günde üç öğün yemek çıkardı.

Sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam yemekleri karnımızı doyururdu devlet.

Evi uzakta olan ya da köyden gelen gündüzlü arkadaşlar da öğlen yemeğine katılırdı.

Şimdi "Yeni Türkiye"