Papa ve Atatürk

PAPA XIV. Leo'nun gündemde epey yer kaplayan Türkiye ziyareti önceki gün sona erdi. Ne var ki gezinin gündemine ve yapılan açıklamalara bakacak olursak bu ziyaret, daha uzun bir süre gündemde kalacakmış gibi görünüyor.

Ziyarete az süre kala önce sosyal medyada, sonra da bazı dernekler tarafından "1925 yılında, yani yüz yıl önce, o dönemin papasının, İznik Konsili'nin 1600. yıldönümünü kutlama çerçevesinde Türkiye'ye gelmek için Atatürk'ten izin istediği fakat Atatürk'ün vermediği" şeklinde bir iddia ortaya atıldı. Bu iddia, eksiklikler içerdiği için bazılarınca yalanlandı. Ne var ki emekli Amiral Cihat Yaycı önceki gün, 1925 yılında papanın ziyaret talebinin değil, Batılı ülkelerin, İznik Konsili'nin 1600. yıldönümünü kutlama talebi konusunda başvuruları olduğunu fakat bu talebin Türkiye Cumhuriyeti yetkililerince reddedildiğini belgeleriyle ortaya koydu. Dolayısıyla bu iddianın sosyal medyada dile getirilme biçimi yanlış olsa da özü doğru.

YENİ PAPA

ABD çizgisinde Ziyaretin daha ilk günü papanın Anıtkabir Özel Defteri'nde, Atatürk'ün adını anmaması, yankı uyandırdı. Ancak papanın Ankara'da Beştepe'de yaptığı açıklama, zaten onun neden Atatürk'ün adını anacak biri olmadığını gösteriyordu. Türkiye'nin doğal güzelliklerini överek (yani, ağzımıza bir parmak bal çalarak) konuşmasına başlayan papa, Türkiye ziyaret logosunda neden anakkale Köprüsü'ne yer verdiklerini açıklayarak devam ediyor. Ona göre bu köprü, sadece Asya'yla Avrupa'yı değil, Türkiye'yi de birbirine bağlayan bir köprüymüş ve Türkiye'de, birbiriyle bağlanması gereken cemaatler varmış. "Tekdüzelik, bir yoksullaşma olur" diye de devam ediyor ve Türkiye'deki Hıristiyanların önemine vurgu yapıyor. Türkiye'de günümüzde zorla din değiştirme gibi bir durum olmadığına göre, papanın buradaki hedefi daha ziyade ulus devlet.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ın Türkiye'deki ulus devlet yapısını eleştirdiğini ve Osmanlı döneminin millet sistemini (yani, cemaatlerin iç idari özerkliğe sahip olduğu sistem) önerdiğini hatırlarsak ve şimdiki papanın, bir öncekinden farklı olarak ABD çizgisinde olduğunu ve geziden kısa süre önce, gezinin gündeminde Heybeliada Ruhban Okulu'nun da olduğunun açıklandığını göz önünde bulundurursak papanın konuşmasının satır araları daha anlaşılır hale gelir. Önceden yazdığımız üzere, Heybeliada Ruhban Okulu 1971'de, Fener'in Türk kurumlarının denetimine bağlı olmayı kabul etmemesi sonucunda kendi kendisini kapatmıştı ve kapandığı tarihte öğrencilerinin büyük çoğunluğu yabancı uyrukluydu. ABD ve Fener'in istediği şekilde okul açılırsa burada, Türkiye'deki Rum cemaate rahip yetiştirmekten ziyade diğer Ortodoks ülkelere ABD yanlısı çizgide rahiplerin yetiştirilmesiyle uğraşılacak. İşte bu konuyu da hem Fener hem de papalık, Türkiye'deki azınlıkların hakları ile bağlantılı bir konu olarak göstermeye çalışıyor.