Bazı dönemleri anlatan kelimeler vardır.
"Ciddiyetsizlik" bugünlerde en çok kullandıklarımdan.
Türkiye Cumhuriyeti bu hafta 101. yaşını kutlayacak.
"Devlet keyfiyetle değil, ciddiyetle yönetilmeli" derler.
Ancak birçok alan gibi bunu da sorguladığımız günlerden geçiyoruz.
5 canımızı şehit verdiğimiz TUSAŞ saldırısı bunun sadece bir ayağı.
Hediye olarak yollanan çiçek ve çikolata güvenlik önlemlerine takıldı TUSAŞ'ta.
Bu yüzden gencecik bir kadın mühendisini o çiçeği almak için geldiği kapıda kaybetti bu ülke.
Ama gözbebeğimiz ve milli gururumuz olan kurumun turnikesinden atlamak, metro turnikesinden kart okutmadan atlamaktan kolaydı.
İçeri rahatça giren teröristler bölgeye sevk edilen özel harekatçılar tarafından durdurulabildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamasına göre teröristler Suriye sınırından sızmıştı.
Sınırı da, böyle önemli bir kurumu da koruyamayanlar bizi "gerçeklerden" koruma telaşına girdi.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesindeki TUSAŞ'ın güvenlik kameralarına ait görüntüler dakikalar içinde özellikle de iktidara yakın bazı gazetelerin internet sitelerine ve haber ajanslarına "sızdırıldı".
Tesadüf olamayacak bu sızıntı, önce yayın yasağının, sonrasında da internetteki bant daraltmasının gerekçesi oldu.
O görüntüleri paylaşan diğer basın yayın kuruluşları günah keçisi ilan edildi.
"Sorumsuzlukla" suçlandı.
Halbuki kimin sorumsuz olduğu zaten en büyük tartışma konusuydu...
"Devlet"in ciddiyeti başlığı altında haftanın önemli tartışmalarından biri de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin açıklamaları oldu.
Salı günü TBMM'deki grup toplantısında Bahçeli, salondaki vekilleri bile şaşırtan, alkışlarken tereddüt etmelerine neden olan bir çıkış yaptı.
Abdullah Öcalan'a çağrıda bulunarak "Silah bırakırlarsa barış için gelsin TBMM'de konuşsun" dedi.
Bu açıklamasından 4 gün sonra, dün yeniden kameralar karşısındaydı.
Ancak çıtayı neden bu kadar yükseğe koyduğuna, eli neden böyle yüksekten açtığına dair hiçbir açıklama yapmadı.
Onun gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da yapmadığı açıklamalarla gündemdeydi.
Milyonlar ondan gelecek tepkiyi beklerken, Erdoğan Bahçeli'nin bu denli önemli, tarihi bir çağrısından sonra 3 kez kameralar karşısına geçti.
Rusya dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Daha doğrusu (yayınlarda her zaman kullandığım ifadeyi burada tekrar edeyim) cevaplamak istediği konular "sorulandırıldı".
Çünkü anlaşılan o ki Bahçeli konusuna girmek istemiyordu.
Ülke yangın yeriyken, bu konu mesleği "gazetecilik" olan uçaktaki 19 kişi tarafından kendisine sorulmadı ya da sorulsa da verdiği cevap yayınlanmadı.
Ülkenin en tepesindeki ismin, bu denli önemli bir konuda ne düşündüğünü kamuoyu günlerce bilmedi.
Kimse de kale alıp kamuoyuna bilgi verme gereği duymadı.
Erdoğan ilk kez dün bu konuya değindi ama o da üstü kapalı bir şekilde
Cumhur İttifakı olarak bin düşünüp bir konuştuklarını söyledi.
Bu sırada da tüm ciddiyetiyle bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde Abdullah Öcalan'a konulan tecrit herhangi bir açıklama yapılmadan, neyin değiştiğine dair hiçbir bilgi verilmeden gevşetildi.
DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan, 43 ay sonra ilk kez amcası Öcalan ile görüştü.
Öcalan kamuoyuna "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" mesajı gönderdi.
Yine eşzamanlı olarak infaz düzenlemesiyle serbest kalan iki mafya liderinden art arda Bahçeli'ye destek mesajları geldi.
Alaattin Çakıcı Bahçeli'yi ziyaret etti, kol kola fotoğraf yayınlandı.
Geçen ay Bahçeli'yi ziyaret eden Kürşad Yılmaz ise destek mektubu yayınladı.
Ancak hala "açılım" olacak mı, olursa o açılım nereye kadar açılacak, sınırı ne olacak kimse hala hiçbir şey bilmiyor.
Tüm ciddiyetiyle devlet halkına hiçbir açıklama yapma gereği duymuyor.
Fakat devletin bizlere yapmadığı o açıklamaları biz el alemden duymaya devam ettik hafta boyunca.
Türkiye dış politikasında büyük değişimlere yol açabilecek bir kararla geçen ay BRICS üyeliğine başvurmuştu.