Sosyal medya kıskacında yargı...

Pek tabi yargıyı her dönem bir biçimiyle baskı altında tutan birçok unsur olmuştur. Son zamanların en etkili "baskı unsuru" ise sosyal medya... Bu baskı üç aşamada devreye giriyor: Hakimlerin verdiği kararlara etki etmesi, kararın sosyal medyada tartışılarak tüketilmesi, kişi hakkında verilen kararın beğenilmemesi...

İÇ SESİMİZ SORUNLU!

En yakın örneği Dilan Polat meselesi. Sosyal medya üzerinden oluşan algı ile yükselen talep ve sonrasına gelen tahliye. Bu ister istemez tartışılıyor. Tam tersi de söz konusu: Elmalı Davası. İnsanların "gördükleri" olay karşısında tepki göstermeleri kadar normal bir durum yok. Ancak bize özgü bir hal var ve bunun nedeni ise tek başına sosyal medya değil. Sosyal medya bu "defolu halimizi" kolayca yayabilmemizi sağladı o kadar. Kişilerin suçsuz olabileceğine inanmıyoruz biz. Neredeyse hepimizin iç sesi "vardır bir şeyler, olmasa hiç böyle olur mu" şeklinde...

"MASUM DEĞİLİZ, HİÇBİRİMİZ"

Hukukun en temel ilkesi bir kimsenin suçluluğu ispat edilip hakkındaki karar kesinleşinceye kadar masum yani suçsuz olduğunun kabul edilmesidir. Bu en temel haktır. Bunun tartışılması bile düşünülemez. Hukuk zanla, düşünceyle veya yorumla sonuç çıkaramaz, hüküm kuramaz. Ama mesele "sosyal medyalık" olunca bu karinenin yerinde yeller esiyor. Değme hukukçular bile "aslında bundan bu mana çıkar" şeklinde ifadeler ile başlayan cümleler kurabiliyor...

ÇUKURA DÜŞMEK

Bu çağın en büyük sarmalı ve sorunu bu... Bir olay sosyal medya çukuruna düşünce kendinizi ibra etmeniz neredeyse imkânsız... Mahkeme hakkınızda beraat kararı verse bile sosyal medyada verilen hüküm geçerliliğini yitirmiyor. Kulaktan dolma, yoruma dayanan veriler, "sansasyon" ve "etkileşim" meraklılarının eline düşünce vay halinize...

İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRALIM!

Pek tabi sorun sosyal medyada değil sadece. Bizde. Linç etmeye, muhalefet olsun diye tepki göstermeye, sırf işimize geliyor diye yalan olduğunu bile bile yaymaya meraklı olan biziz. Sosyal medya sadece bunu hızlandırıyor ve etkisini arttırıyor. Bir de geriye dönük bir kayıt oluşturma işlevi görüyor. Birisi hakkında basit bir arama yapınca, yalan-yanlış ne varsa dökülüyor önümüze... Araştırmak, gerçek mi diye kontrol etmek zahmetli iş, girmiyoruz bu yükün altına... İşte böylece yalan "algıdan olguya" dönüşüyor. Alıcısı biziz, yayanı biziz, inananı biziz yalanın, iftiranın aracısı sosyal medya...

LİNÇ TEHDİDİ...

Hâkim, bir karar verirken kendisini "baskı altında" hissetmemesi gerekiyor. Yani hakim dosyaya bakarken "tutuklarsam" veya "tahliye edersem" "linç edilir miyim " diye düşünüyorsa ortada bağımsızlıktan, tarafsızlıktan bahsetmek mümkün değil... Mesela, sosyal medyada "köpürtülmüş bir meselede", linçe başlanmış kimseye dair hakim karar verirken sosyal medyaya göz atarsa, ne düşünür Dosyadaki veriler ile sosyal medyada konuşulanlar arasında bir uçurum olsa bile "rahat" olabilir mi Bence hayır... Bunun misallerini görüyoruz, yaşıyoruz uygulamada... Bir de tam tersi olabiliyor. Dosyadaki bulgular eksik ve bunu ancak sosyal medyadaki "görüntü veya tanık paylaşımları" ile tamamlamak mümkün... Bunun bir dengeye oturtulması şart...