Dünya ahret kardeşlerimiz

Merhum Ebülfeyz Elçibey'i tanıdığım Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 12 Eylül darbesinin karanlığına karşılık ufkumuzda bir güneş gibi doğmuştu. Kurucu Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan hocayı orada tanıdım. Daha yenileme halindeki Ankaralı Mehmet Efendi Medresesi'nin her yanı inşaat malzemeleri ve atıklarıyla doluydu. Hoca'nın elini öpmüş kendimi tanıtmıştım. Kalbi bir bağ kurmuştuk. Aslında biz gençler onu kalbimizde bir alem gibi taşıyorduk. Nasıl taşımayalım ki

Hoca, müthiş cesur ve öngörülü bir milliyetçiydi, vakfın hayata geçmesiyle beraber, "Türk Dünyası" terimi gönlümüzde dalgalana bir hayalken birdenbire somut bir gerçeğe, toprağa düşüp hızla büyüyen bir tohuma oradan da dev bir çınara dönüşmeye başlamıştı.

Büyük Türkçü Turan Yazgan Hoca bir arı gibi çalışıyor, vakfın adına layık işleri bir bir hayata geçiriyordu. Yaptığı işlerin anahtar kavramı "Türk Dünyası" terimiydi. Böylece, Türk Dünyasının müziğini derleyip korosunu kuruyor, Sovyetler dağılır dağılmaz "Türk ülkelerine toplu olarak ilk gezileri geçekleştiriyor, bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinin liderlerini Türkiye'ye getiriyor, Türk topluluklarının bayraklarını neşrediyor, Türk ülkelerinde Türkçe eğitimi başlatıyor, Türk Dünyası Gençlik Şöleni'ni hayata geçiriyor ardından Türk Dünyası Çocuk Şöleni düzenliyor, Türk Dünyası ressamlarına ilk resim sergisini açıyor, Türk Ülkelerinde konferanslar düzenliyor, Türkiye'de İlk Türk Halkları Asamblesi Konferansını ve ilk Aksakallılar Konferansı ile ilk Türk Kadın Kurultayını düzenliyor kısaca, "Dilde, fikirde işte birlik" idealinin kurumsal temsilcisi oluyordu.

Bütün bunları baş döndürücü bir hız ve kararlılıkla yapıyordu. Ancak Turan Hoca ve Türk Dünyası Vakfı'nın bütün Türklere yönelik büyük etkinlikler yanında alçakgönüllü etkinlikleri oluyordu. Bunlardan biri Türk Dünyası Araştırmaları Vakfındaki cumartesi toplantılarıydı. Kuru fasulye pilav ikram edilen toplantılar çok mütevazı etkinlik gibi görünse de iddialı bir öze sahipti. Toplantılara Türk Dünyasından gelen misafirler katılıyor, doğrudan arkadaşlıklar, dostluklar kuruluyordu.

Bir cumartesi günü vakfa gittiğimde Turan Hoca gözleri ışıldayarak "Geç kalmak üzereydin. Çabuk, Elçibey'in gönderdiği yaprak sarmasını kaçırma!" dedi. Heyecanla "Kendisi gelmedi mi" diye sordum. Meğer çok sonra öğreneceğim gibi Ebülfeyz Elçibey, amansız hastalıkla boğuşmaya başlamış ve sağlığı kötüleştiği için kendisi gelememiş. O gün kısmet olmayan karşılaşma yanılmıyorsam bir yıl kadar sonra Süleymaniye'deki Darüzziyafe'de gerçekleşti. Daha önceleri de yazmıştım ama tekrarında hiçbir mahzur görmüyorum