Salgında Korona virüs denen illet bana da kement atmıştı. Bir hafta boyunca evde virüsle boğuştuktan sonra hastalığa paçayı kaptırdığımı duyan Prof. Dr. Yumuşhan Günay Hoca'nın beklemeksizin hastaneye gitmem konusunda kesin bir dille yaptığı ihtara bir hafta sonra bir gece vakti uymak zorunda kalıp Sultan II. Abdülhamit Han Hastanesi aciline "duhul" etmiştim. Burada bendenizi altı günlük çok ciddi bir tedavi sürecinden sonra taburcu eden Prof. Dr. Levent Görenek ve ekibine hala her fırsatta dua ederim. Hatta bir hemşirenin altıncı günde "triflo cihazı" ile yaptırdığı solunum testini ilk denememde başarmamdan dolayı ellerini çırparak "Başardı bir kerede başardı" diye sevincinden adeta havalara uçmasını hiçbir zaman unutamayacağım!
E-Nabız'dan eski radyoloji görüntülerine ulaşılamadığı için o meşum 2021 Mart'ından kalma bir sonucunu almak için yıllar sonra aynı hastaneye gittim. Eski GATA şimdiki Abdülhamit Han Hastanesi'ne Tıbbiye Caddesinden girdiğimde dünyanın bütün iklimlerinden derlenmiş muhteşem ağaçlarla süslü küçük bir korudaki bazı ağaçların yere serilmiş ve testereyle doğranmış olduğunu gördüm! Benim hayata tutunmamda rolleri olduğunu fehmettiğim ağaçların katledilmiş Filistinliler gibi yerde parça parça yatan hallerini görünce ilk olarak başucumda sevinç çığlıkları atan o hemşire geldi. Acaba ağaçların bu halini görse nasıl hıçkıra hıçkıra ağlardı Çünkü ben acı duydum. Oradan geçen biri "Hasta olanları kesmişler" dedi ama bu manzara hastayı tedavi etmek manzarası değildi! Eğilip testereyle kesilmiş dallar arasında ağacın künyesini aradım ama künye yoktu. Hala ayakta olan diğer ağaçlara baktım, hiçbirinde künye yoktu! Oysa bu hastanenin bahçesindeki ağaçların tamamımda künyeler çakılıydı. Ağacın cinsi, menşei, yaşı vb bilgiler yazardı ve ben o zamanlar askeri hastane olan bu yere yolum her düştüğünde bu küçük korunun bin bir emekle dikilmiş ağaçları arasında hoşça vakit geçirirdim. Baharda lale tarhları yapılırdı. Bunların fotoğraflarını çeker, o zamanlar çok yeni olan Instagram'da yayınlardım!
Yaşadığım en ciddi hayal kırıklıklarından bir eski GATA şimdiki Abdülhamit Han Hastanesi'nin bahçesindeki bu bakımsızlık oldu. Bu bakımsızlık hastane bahçesinikorusunu şair Baki'nin Sultan Süleyman için yazdığı mersiyede "Her yâneden ayağıma altın akıp gelir" dediği türden doğal "ıssız - pitoresk" sonbahar bahçesine değil, neredeyse distopik bir bahçeye dönüştürmüştü!
Yıllar önce "Her tondan yeşilin üstüme ağdığı" o bahçede oyalanır sonra da diş hekim Prof. Dr. Yumuşhan Günay Hoca'nın odasında ilişecek bir yer bulabilmeyi umardım. Hoca bir yanda sivil-general demeden hastalarının dişlerini oyarken :) diğer yanda -eğer o gün talihliysem- hastanenin korusu kadar renkli ve harika insanlara rast geldiğim olurdu.
Merhum Prof. Dr. Seyfettin Manisalıgil ile "Doktoru beklerken!" buna benzer bir odada oturup sohbet etmişliğimiz olmuştu! Üstadı Necip Fazıl'ın "azat kabul ermez kölesi" merhum Hilmi Oflaz Ağabey (Söztut) ağır hastalığının kanser olduğunu burada öğrenmişti. Merhum eczacı Memduh Cumhur Bey ile defalarca bu odada sohbet etmişliğimiz olmuştu.
2009 yılı Temmuz ayında muhtemelen bir diş sağlığı problemi nedeniyle yine GATA'nın yolunu tutmuşum çünkü Bizim Gazete'deki yazıma şöyle başlamışım: "Dişçide sıra beklemek koltuğa oturtup diş yaptırmaktan beterdir. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Bir felaketi beklemek, yaşamaktan daha zordur!" dediği gibi" Ve de şunları yazmışım!
"Yıllardan beri, GATA'da, gönül ehli doktor dostlarımız sayesinde, o koltuğa StarBucks'ta kahve içmek için oturulan koltuklardan birine otururmuş gibi kuruluyorum (Bu arada bizim kahveden başkalarına iltifat etmediğimi, hele kahveyi self servis olarak satan bir yere gidip keyif yapacak yerde kendine kahve taşımayı bir tür ahmaklık gibi gördüğümü belirteyim)"
"Başka bir mekânda öyle midir, bilemiyorum ama burada sıra beklerken veya koltuktayken veyahut işiniz bittikten sonra nefeslenirken pek çok tanıdığınız ile karşılaşma ihtimaliniz yüksektir. Yeni dostluklar kurma imkânı ise her zaman açık bir kapıdır."