Yerel seçimler sonrası başlayan partiler arası görüşmeler ve uzlaşı çağrıları, yeni anayasanın önümüzdeki aylarda siyasetin önemli başlıklarından birisi olmaya devam edeceğini gösteriyor. Yeni anayasa konuşulurken tartışmaları alevlendiren hususlardan birisi de bazı siyasetçilerin eski anayasalara yaptığı atıflar olarak karşımıza çıkıyor. 1921, 1924 ve 1961 Anayasalarına referans veren konuşmalar kısa sürede çeşitli anlamlar yüklenerek ve bazen de zorlama yorumlarla eleştirilere sebep oluyor. Türkiye elbette yeni anayasa yaparken derin anayasa tecrübesinden faydalanacaktır. Ancak her hâlükârda hazırlanan metin günümüzün anlayışına ve ihtiyaçlarına uygun yeni bir anayasa olacaktır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Türkiye'nin hiç de hafife alınamayacak bir anayasacılık birikimi vardır. Türk anayasa tarihi ilk anayasal belge olarak kabul edilen 1808 Sened-i İttifak ile başlatılır. Sened-i İttifak'ı birer anayasal belge olan Tanzimat ve Islahat Fermanları takip etmiş ve ilk yazılı anayasa Kanun-i Esasi, 1876 yılında kabul edilmiştir. Bu tarihlere göre, ülkemizde anayasacılık fikri, yani devlet iktidarının kanunun üstünde bir norm ile düzenlenmesi ve temel hakların korunması düşüncesi, iki yüz yılı aşkın bir süre önce başlamış ve o tarihten bu tarafa çeşitli aşamalardan geçerek gelişmiştir.
Nitekim Alman hukukçu Cristian Rumpf, Türk anayasacılığının bu tarihsel birikimini şu cümleler ile ifade etmektedir: "Anayasa tarihinin ayrıntılı olarak incelenmesi, Osmanlı İmparatorluğundaki makropolitik demokrasi kurumlarının, Avrupa'da ortaya çıkan benzerlerinden sadece birkaç yıl gecikmeyle izlendiğini gösterir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin Almanya'dan daha fazla demokrasi deneyimi vardır." (1)
1876 Kanun-i Esasi kanunlardan üstün ve katı olması sebebiyle biçimsel bir anayasa özelliğini taşımaktaydı. Ayrıca devletin kuruluşunu ayrıntılı bir şekilde düzenlemiş ve temel hakları o dönemki koşullar itibariyle eksiksiz bir biçimde tanımıştı. Yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatları konusundaki güvenceleri ise neredeyse günümüz standartlarındaydı. Anayasanın ilk şeklinde yasama ve yürütme hala büyük oranda padişaha bağımlı olsa da 1909 değişiklikleri ile tam bir anayasal monarşi kurulduğunu ve parlamenter demokrasinin tüm anayasal kurumlarının hukuki anlamda düzenlendiğini söylemek mümkündür. II. Meşrutiyet itibariyle kuvvetler ayrılığı, parlamenter monarşi ve demokratik kurumlar açısından döneminin en iyi anayasalarından birisi de Kanun-i Esasi olmuştur.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, İstiklal Savaşı koşullarında 23 maddelik kısa bir anayasa olarak hazırlanmıştı. 1876 Kanun-i Esasi'yi yürürlükten kaldırmadığı için ikili bir anayasa düzeni söz konusu olmuştu. Anayasada devletin biçimi ve niteliklerine yer verilmediği gibi yargı ve temel haklar düzenlenmemişti. "Hakimiyet bilakaydü şart milletindir" hükmü ile ilk defa milli egemenlik ilkesine kapı açmıştı. 23 maddelik bu kısa Anayasa'da 14 maddenin (m.10-23) taşra teşkilatına ve yerel yönetimlere ayrılarak ademi merkeziyete ve yerel yönetimlere önem verilmesi dikkat çekicidir.
Yeni anayasa tartışmalarında 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na yapılan atıflar, genelde yerel yönetimlere ilişkin benzer talepler olarak algılanmakta ve eleştirilmektedir. Ayrıca zorlama yorumlar yapılarak, ilk halinde Cumhuriyete yer verilmemesi ve laiklik gibi niteliklerin olmaması sebebiyle, yeni anayasada da bu ilkelerin olmaması isteği olarak değerlendirilmektedir. Bazıları ise 1921 Anayasasının hazırlanma yöntemindeki farklı kesimlerin katılımıyla sağlanan çoğulculuğa vurgu yapmaktadır.
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ise genel hükümleri, devletin kuruluşu, temel haklar, anayasanın üstünlüğü ve katılığı konusundaki düzenlemeleri ile o dönem için bir anayasanın sahip olması gereken temel unsurlara sahipti. Nitekim 1950 yılına dek CHP'nin tek parti döneminde, sonrasında ise 27 Mayıs 1960 darbesine kadar çok partili dönemde uygulanmış ve bazı eksiklerine rağmen çok partili demokrasinin de ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Günümüzde 1924 Anayasası'na yapılan referanslar ise genellikle Meclise ve özellikle Meclisteki çoğunluğa tanınan üstünlüğe yönelik bir talep olarak algılanmaktadır. Bu anayasa çoğunlukçu bir anlayışla hazırlanmış ve Meclis çoğunluğunu sınırlayacak anayasal araçlara sıcak bakmamıştır. Bu nedenle günümüzde 1924 Anayasasını örnek göstermek, yine niyet okuyuculuk yapılarak iktidara dönük anayasal sınırlamaları istememek olarak yorumlanıp eleştirilmektedir.