Amerika'nın medeniyet intiharı

STOCKHOLM – Bu ayın başlarında Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov, Trump yönetiminin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni (NSS) " büyük ölçüde bizim vizyonumuzla uyumlu" olarak nitelendirerek kısa ve öz bir şekilde tanımladı. Nitekim haklı. NSS, Rusya'nın giderek otoriterleşen iç politikası ya da Ukrayna'ya karşı açık askeri saldırganlığı konusunda en ufak bir eleştiri bile içermiyor. Bunun yerine, Amerika'nın uzun süredir demokratik dostu ve müttefiki olan Avrupa'yı özel bir şekilde hedef alıyor.

Doğru, Trump'ın ilk başkanlık döneminde 2017'de yayımlanan NSS'de ulusal egemenliğin her şeyin önünde geldiğine dair çokça vurgu vardı. Ancak bu belge yine de Amerika'nın müttefiklerinin değerini kabul ediyor ve "ABD ile Avrupa'nın Rusya'nın yıkıcı faaliyetlerine ve saldırganlığına karşı birlikte çalışacağını" belirtiyordu. Ayrıca bu yaklaşım, Çin'in büyük bir tehdit olarak öne çıktığı daha geniş bir "büyük güç rekabeti" stratejisinin parçasıydı.

O zamandan beri Rusya, Ukrayna'ya tam ölçekli bir işgal başlattı ve Çin'in önemi daha da arttı. Buna rağmen Trump'ın ikinci yönetimi Rusya'ya boyun eğiyor, Avrupalıları eleştiriyor ve Çin'den gelen tehdidi yalnızca ekonomik terimlerle tanımlıyor. Görünüşe bakılırsa büyük güç rekabeti, yerini büyük güçler arası bir dostluğa bırakmış durumda. ABD artık, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile işbirliği yaparak ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile "G2" kurarak elde edilebileceği varsayılan "istikrar" ile daha çok ilgilendiğini söylüyor. Buradaki üstü kapalı mesaj, büyük güçlerin benzer şekilde düşündüğüdür. Her biri kendi etki alanını ister ve ilkelerden çok gücü önemser.

Birçok yorumcunun da belirttiği gibi, NSS geçmiş ABD politikaları ve doktrinlerinden köklü bir kopuşu temsil ediyor. Batı Yarımküre'ye geri dönüşü öngörüyor ve hemen her konuda ilkelerin değil kârın öncelikli olacağını ima ediyor. Örneğin Orta Doğu, esasen bir yatırım alanı olarak görülüyor. Siyaset karmaşıktır; ticari anlaşmalar yapmak ise kolaydır.

Yine de, Avrupa'nın yüksek sesle kınanması, özellikle de altta yatan argümanın kusurları nedeniyle dikkat çekiyor. NSS, "en geç birkaç on yıl içinde, bazı NATO üyelerinin çoğunluğunun Avrupalı olmayacağını" ve "medeniyetinin yok olmaya" mahkum olan Avrupa'nın (birçok kişinin Başkan Yardımcısı JD Vance'in eseri olarak gördüğü bir ifade) güvenilir bir müttefik olamayacağını iddia etmektedir. Ancak bu tamamen yanlıştır. Öngörülebilir gelecekte, "Avrupalı olmayanların" çoğunluğu oluşturacağı tek bir Avrupa ülkesi bile yok. Buna, Müslüman nüfus oranı en yüksek ülke olan Rusya da dâhil.

Bu tür söylemler doğrudan Avrupa'daki aşırılıkçı çevrelerden geliyor. Bunun Amerika'nın en güçlü ve en yakın müttefiklerine nasıl davranacağının temelini oluşturacak olması şaşırtıcıdır. Trump yönetimi artık Avrupa ülkelerinin iç politika ve siyasetlerine müdahale etmeye, "vatansever" güçleri desteklemeye hazır görünüyor — yani aynı ırkçı söylemleri yayanları. Rusya bile Avrupa'nın demokratik süreçlerine müdahale etme niyetini bu kadar açıkça ortaya koymamıştır.

Bunun sonucu ne olacağı henüz belli değil. Trump ile aynı çizgide olmak, pek de başarılı bir seçim stratejisi sayılmaz, bu nedenle ABD'nin Avrupa'ya müdahale etme çabaları, Rusya'nınki kadar başarısız olabilir. Ancak, transatlantik ilişkilerin halihazırda ne kadar bozulduğunu düşünürsek, bu çabalar çok daha zararlı olabilir.