Minnak bir mola

Yaz demek düğün demek!

Yazın gelmesiyle birlikte, düğün mevsimi de açılıyor, dernekler kuruluyor. Hadi düğün tamam da kına hadisesi, enteresan valla! Eşine, çocuğuna, yuvasına kurban olsun diye geline yakılan kına, gelinin yakınları, arkadaşları tarafından toplaşılıp evleniyor diye gelini kınama da olabilir aslında!

Şaka bir yana, isteme merasimiydi, sözdü, nişandı, kınaydı, düğündü- tüm bu törenler, özellikle kadınların evrilen hayatlarının renkli reklamları!

Sanırdım ki sadece bizim memlekette değil her coğrafyada böyle! Taşınan, koparılan, soyadı değişen, ezilen, hakları verilmeyen hep kadın!

Değilmiş! Öyle bir yer varmış ki roller değişmiş. Ne yaşıyorsa buralarda kadın, erkek yaşıyormuş orada! Neresi burası derseniz, cevap Sumatra!

Endonezya'nın en büyük adası Sumatra'da evlenen erkekler, kız evine gelin-pardon damat gidiyor. Bu adada erkek, kadının soyadını alıyor ve karısı tarafından sokağa atılan erkekler için 'sığınma odaları' bulunuyor. Burada soy/soyad kadından geçiyor, bütün miras kadına kalıyor. Evlilik teklifini kadın erkeğe yapıyor ve mehri yine kadın ödüyor. İnsanın Sumatra'ya yerleşesi geliyor.

Sık sık düşündüğüm bir konunun vücut bulmuş hali!

Kadınlar& Erkekler olarak yer değiştirsek nasıl olurdu acaba Mesela 8 Mart'ta, 1 günlük değişsek, karşı cins olmayı deneyimlesek, empati geliştirebilsek! İşte Sumatra'da sadece 1 gün değil hep bu yaşanmakta! Kaynanalarından dert yanan erkekler, evde ev işleri yapıyor. Karısı tarafından boşanan erkek ortada kalıyor ve acınası bir hale düşüyor. Karısı ölen erkek ise çoğu zaman sokakta kalıyor. Bildiğin kadın şiddeti yaşanıyor ve erkeğe şiddete hayır diyen mağdurlar yollara düşüyor.

Endonezya, 280 milyon nüfusuyla dünyanın en büyük İslam ülkesi! Sumatra ise Endonezya'nın en büyük, dünyanın ise 6.büyük adası! Bu da demek oluyor ki islam dininde kadının yeri baş tacı! Kadının adının olmadığı nice coğrafyada, Müslüman nüfusunun en fazla olduğu bir ülkede kadına saygı hatta kadının üstünlüğü, ön planda!

Bizim ülkede yoktur sanıyordum oysa erkeğe şiddet de baya yaygınmış. Hatta bunun için bir destek hattı dahi tanımlanmış. Erkek çocuklara ve erkeklere yönelik şiddet çoğunlukla gene erkekten geçmekte; Çocukluk istismarından cinsel saldırıya, aile içi şiddete, zorbalık ve takipten dijital tacize kadar uzanan bir silsile! Onlar da dayak yiyorlar; Evde anası - karısı, maçta karşı takımın taraftarı, işte iş arkadaşı, sevgilisinin abisi- babası, askerde üstü- komutanı tarafından! Bir de şiddetin psikolojik olanı var ki bir araba dayağı aratır; Duygu sömürüsü, manipülasyon ve dırdır buna örnek sayılır.

Bu arada unutmadan söyleyeyim, dünyanın en pahalı kahvesi Sumatra'da üretiliyor. Çünkü dünyanın en özel kahve çekirdekleri burada çıkıyor. Kahvenin adı 'Kopi Luwak', pahalı olmasının sebebi de taklit edilmesi mümkün olmayan tadı! 100 gramının fiyatı 100 dolar civarında. Ama asıl bomba, kahvenin adada yetişen 'Misk Kedisi'nin dışkısından elde edilmesi. Kabul ediyorum, iğrenç geliyor kulağa ama salyangoza, kurbağa bacağına binlerce Euro ödeyen İtalyan'ları ne yapacağız bu durumda!

Kahve de olay, gelin giden erkekleri de Sumatra'da!

Adaya veda edecek isimler için, konsey toplanıyor mu acaba orada

Acun Ilıcalı! Görev seni çağırıyor zannımca!

……………………………….*………………………….

PİREMSES ERKEKLER

Şimdi gelin giden erkekleri konuştuk, şaşırdık, tuhaf karşıladık ama bir şeyi atladık.

Çağımızın yeni profili: Prenses erkekler

Bir kaldınız önce muhtemelen sonra düşündünüz, erkeğin prensesi mi olur diye! Birden hatırladınız ağabeyinizin, eski sevgilinizin, kocanızın ya da oğlunuzun nazlı-niyazlı hallerini, sebepsiz triplerini, gereksiz söylenmelerini ve bitmek bilmez taleplerini!

Yanınızda değilse de yakın çevrenizde vardır illa böyleleri! Erkeklerin zaman içinde dişil enerjiye dönüşümü, centilmenliğin yok oluşunu, kadınların ilişkilerdeki yeni maskülen tutumu ve 'light' erkekleri gördükçe 'taş fırın' erkeklerin nasıl revaçta olduğu herkesçe malum!

Uzay çağına geçecekken sanki zaman makinası bozulmuş da geri sarmışız, 'çay içelim- baştan başlayalım' derken çok abartmışız, bildiğin ilk çağın ilkel zamanına, hayvani yaşamına geri dönmüşüz. Gencecik kızların kesilip valize konarak yola atıldığı, çocukların akranları tarafından bıçaklandığı, neredeyse iç çamaşırıyla sınava gidildiği, ar-namus- haysiyet kavramlarının can çekiştiği toplumun dibine kadar ilkelleştiği bir çağdayız. Toplumsal cinsiyet kavramlarının da sorgulandığı bu çağda, erkekler feminenleşti, kadınların rolü değişti.

'Aman kadınlar ezilmesin, dışarıda çalışsın- mücadele etsin, ekonomik özgürlüğü olsun, kimseye hesap vermesin' derken dozajı aştık da maskülenliğe mi evrildik yoksa Erkeklerin bu denli güçsüzleşmesinde bizim de hatamız var mı acaba

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmak istemeyen, sorumluluk almaktan kaçınan, çalışmamak için elinden geleni yapan, dış görünüşü- bakımıyla en az kızlar kadar uğraşan, her şeye trip yapan, kavga etmek için bahane arayan, rahat rahat ağlayan, korktuğunu dile getirmekte rahat olan yani bildiğimiz geleneksel erkek yapısından uzak bir profil girdi hayatımıza.

Şaka değil valla, zengin kız bulup onunla evlenmek isteyen arkadaşlarım var mesela! 'O dışarıda çalışsın, ben evde takılırım' diyen erkekler tanıyorum ben! Aylık manikür-pedikürlerini yaptıran, cilt bakımını aksatmayan, fincan kapatıp fal baktıran, dışarıda hesap gelince, yarısını ödeyip yarısını kadına uzatan!

Bildiğin östrojen salgılayan bu erkekleri bu hale getiren de en çok anneleri!

Anneleri, onların kıyafetlerini seçer, alışverişlerini yapar, çamaşırlarını yıkar. Koca adam olsa bile, ceplerine harçlığını koyar, babayla aralarına girip oğulları incinmesin diye her şeyi yapar. Böyle erkekler de hasbelkader evlenirse ya da sevgili edinirse onlardan sürekli hizmet bekler, şımartılmak ister. Narsist kişilere dönüşen bu zat-ı şahaneler, kendilerini çok sevdikleri için başkalarını pek sevemezler. Üstelik evrende yaratılmış her güzel ve keyifli şeyin kendi hakları olduklarını düşündüklerinden etrafındakilere karşı maddi sorumluluklarını da yerine getirmezler.

Hayatlarında yanlış giden her şey için illa başkalarını suçlar, kendilerini asla sorumlu görmezler. En tuhafı da bu yeni nesil erkeğimsi erkekler, kadına kadın gibi davranmayıp, kadınları kadın olmamakla itham ederler.

İğneyi karşımdakine batırmakta hünerliyim kabul ama çuvaldızı kendime batırmakta daha hünerliyim! Kıllı erkek istemiyoruz, bakımsız erkeğe tahammül edemiyoruz, duygularını belli edemeyen erkeğe yüz çeviriyoruz, öbür türlüsüne beğenmeyip 'ıyyyy, prenses erkekler' diyoruz. Bir taraftan doğal yaradılışımızdan gelen dürtüyle geleneksel rolümüzü yaşamak istiyoruz bir taraftan da modern dünyaya ayak uydurup her alanda eşitlik istiyoruz. Yavru ceylan gibi kaçan, seke seke çaydan geçen adamdan soğuyoruz. Tamam kafamız biraz karışık kabul ediyoruz da modern kadın güçlüyken modern erkek niye zayıf olmak zorunda, onu anlamıyoruz. Siz bizi böyle yaptınız diyen er kişiler; Biz eşit haklar talep ediyoruz, cinsiyetçi dağılımlar değil! Biz çocuk doğurduk diye siz de doğurun mu diyoruz! E siz de bizden kolileri sırtlanmamızı, tamirciyle uğraşmamızı, lastik değiştirmemizi beklemeyin- hoş onları bile arada yapıyoruz.

Maço erkeklerin arandığı bir devre denk geldim, şaşkınım!

Ya herkes bir kendine gelsin, yerini bilsin,

Ya da 'Bedelli piremseslik' çıksın, kökten rahatlayalım!

………………………….*……………………………

SÜPER KAHRAMAN

Ya hep deniyor ya, '8 Mart Kadınlar Günü, 'Erkekler Günü' niye yok' diye,

Bu haftayı düşünebiliriz 'Erkekler Günü' olarak çünkü tesadüfen mevzular hep er kişi niyetine!

Gelin giden erkekler, prenses erkekler derken şimdi de güçlü erkekler!

Gelmiş geçmiş en güçlü erkeklerden biri kendisi, kahramanımız o, uzaydan gelmiş olsa da!

Geri döndü dünyamıza; Süperman sinemalarda!

Sinemalara ilginin iyice azaldığı hele de yazın kimsenin yüzüne pek bakmadığı dönemde, havalı bir giriş yaptı, en yukarıdan! Ona da bu yakışır zaten çünkü o bir süper kahraman!

Onlarca bilim-kurgu filmi çekildi, nice babayiğitler çıktı, ülkeyi- evreni- galaksiyi kurtaran ama o ilk süper kahramanımız, çocukluğumuz, gençliğimiz, geçmişimiz!

Kırmızı pelerini, taytın üzerine giydiği kilodu (!), asla değiştirmediği saç stili ile tüm kötüleri yok eden, dünyayı hainlerden temizleyen ve hiç yenilmeyen dostumuz!

Çocukluğum falan diyorum da sadece benim değil babamın çocukluğunda varmış Süperman!

Uzaydan gelip olağanüstü güçleri ile dünyayı istila etmesi planlanarak teeee 1933'te yaratılmış. Büyük umutlarla çıkmış ortaya ama kötü huylu, hain Süperman hiç tutmamış. Ve ne olmuş sonunda; tabi ki iyilik kazanmış!

Bu güçlü adam karakterine zıt tayt üstüne don kostümünü çok düşünmüşler mi acaba diye merak ediyordum, valla düşünmüşler! Kostüm tasarımı 1938 yılına kadar sürekli değiştirilip durmuş en nihayet o dönemde sirkte gösteri yapan güçlü adamlardan esinlenilerek onların giydiği taytta karar kılınmış. Renkler de elbette ki Amerikan bayrağından alınmış. İşin enteresan yanı, uzun yıllar boyu Batman dahil hemen hemen bütün kahramanların kostümü değişirken sadece Süperman'inki değişmemiş. 87 yıldır aynı giysi; bir duruş bir çizgi!

Bu arada Süperman'in güçleri de teknolojiyle birlikte evrildi; İlk yaratıldığında sadece çok güçlü ve hızlıydı ama uçamıyordu. Uçaklar, hayatımıza girince Süperman da uçuruldu. Normal bir insanı hep geçecek güçte olmalıydı yoksa süper olamazdı.

Süperman, ailesi tarafından patlamak üzere olan Krypton gezegeninden ölmeden kurtulması için bir roket ile Dünya'ya gönderilir. Roket, Kansas'ta Smallville kasabası yakınlarına düşer ve onu Martha ve Jonathan Kent isminde çiftçi bir çift bulur. Kent çifti, Clark ismini vererek onu kendi çocukları gibi yetiştirir. Clark üniversite okumak için Metropolis' gelir ve okulu bitirince de Daily Planet gazetesinde işe başlar, orada Lois Lane'e aşık olur. Süperman ismini ona veren de odur.

Süperman'in yeni filmini anlatmayacağım şimdi, konusu önemli değil, sonu nasılsa belli!

Sendromu varmış, asıl o önemli! 'Süperman Çalışan Sendromu', her şeyi mükemmel yapabilme yeteneğine sahip olma ve her zaman en iyisini yapma baskısı hissetme stresi! Ne kadar tanıdık geldi değil mi Hepimiz bir şekilde yaşıyoruz bu hissi, hep bir güçlü olmak- başarılı olmak mecburiyeti! Dünyayı kurtarmak, kötülere karşı savaşmak zorunda hissediyoruz kendimizi! Oysa Süperman değiliz ki, olağanüstü güçlerimiz yok! Olsak olsak gündüzleri işe giden Clark Kent olabiliriz.