ANALİZ
Erdoğan yargıda hakem olamazÜlkeyi tek başına yöneten bir kişinin her şeyi bildiği söylenemez.
Erdoğan ülkeyi tek başına yönetiyor ama bu her şeyi bildiği anlamını taşımaz.
Erdoğan kapı gibi diplomasına güvenerek "Ben ekonomistim" diyebilir ama bu örneğin hukuktan, tıptan, mühendislikten de anladığını göstermez.
Buna karşın, bir siyasetçi olduğu için demokrasiyi ve kurallarını bilmesi gerekir.
Ve yine bildiği halde arkasındaki dev gibi danışman ordusunun özellikle demokrasi konusunda Erdoğan'ı sürekli desteklemeleri, bilgi tazelemeleri gerekir.
Gördüğüm kadarıyla Erdoğan'ın çuvalla maaş alan dev danışman kadrosu pek çok konuda yeterli değil.
Bu nedenle Erdoğan çeşitli konularda sık sık hatalar yapıyor.
Gerçi yaptığı hataların hiçbiri üzerinde durulmuyor, durulamıyor, durulsa bile bir yaptırım gücü olmadığı için elden bir şey gelmiyor.
Niye yazdım bunları
Erdoğan önceki gün "yargıda ihtilaf olduğunu" ileri sürerek "Biz bu konuda taraf olamayız, ancak hakemlik yaparız" dedi.
Söz konusu olan yargı.
Yani demokrasinin üç sacayağından biri.
Yasama, yürütme, yargı demokrasinin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığının üç parçasıdır.
Bu üç erk birbirinin astı üstü değildir.
Biri diğerinden emir almaz, her biri bağımsız olarak görev yapar.
Hiç kimse bu üç erk üzerinde değildir, aralarında ihtilaf olması diye bir şey söz konusu olamayacağı gibi kimse bunlar arasında hakemlik de yapamaz.
Ama Erdoğan demokrasinin en temel ilkesini görmezden gelerek "ben hakemlik yapacağım" diyor diyebiliyor.
Oysa yargıda bir ihtilaf yok.
Hukukun uygulanmaması sorunu var.
Erdoğan'ın kastettiği Can Atalay'ın durumu.
Bu konuda yargıda bir ihtilaf yok ki.
Can Atalay, çok ayıp olsa da Gezi davası nedeniyle yargılanmış ve hapse mahkum edilmiş, Yargıtay da bunu onaylamış.
Anayasa Mahkemesi ise Can Atalay'ın "milletvekili seçilme" konusunda hak ihlaline uğradığı kararını vermiş.
Anayasa Mahkemesi ne yerel mahkemenin ne Yargıtay'ın kararını bozmamış, temyiz etmemiş, sadece milletvekili olma durumuna açıklık getirmiş.
Bir ihtilaf yok yani.
Burada ihtilaf diye ortaya atılan konu aslında iktidarın Anayasa Mahkemesi kararına uymamasıdır.
Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan Yargıtay değil, bizzat Cumhurbaşkanlığı.
Can Atalay'ın milletvekili olmasının önüne geçen Erdoğan'ın kararıdır.
Ama Erdoğan bu gerçeği yok sayarak sanki yargıda bir ihtilaf varmış gibi davranıyor ve kendini hakem olarak tayin ederek demokrasinin en temel ilkesini çiğniyor.
Arkasındaki bol maaşlı danışman ordusu ise belli ki bu demokrasi kuralını Erdoğan'a hatırlatmıyor veya hatırlatamıyor.
Hayrola savaşa mı gidiyoruzMilli Savunma Bakanlığı kısa bir süre önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın forsunun değiştirildiğini açıkladı.
Bakanlığın resmi internet sitesinde kararın "Mazisi şan ve şerefle dolu K.K.K.lığının kadim geçmişini yansıtan yeni fors tasarımı yapılmasına ihtiyaç duyularak, yeni fors tasarlanmış, onaylanmış ve kullanılmaya başlanmıştır" denildi.
Daha önce sadece kırmızı-beyaz bir grafik olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı forsuna bir görsel de eklendi.
Komutanlık forsun üzerine konan görselin anlamını resmî sitesinden şöyle açıkladı;
"Kara Kuvvetleri Komutanlığı forsunda yer alan ayyıldız Türk milletinin emrinde olunduğunu, çapraz kılıçlar sürekli, güçlü ve kararlı K.K.K.lığını, dörtnala ilerleyen mızraklı süvari Kara Kuvvetleri'nin cesaret, dinamizm ve sürekliliğini, dört adet yıldız K.K.K.lığının seviyesini temsil etmektedir."
Bir kuvvet komutanlığının forsu elbette değişebilir.
Ama anlamadığım "duyulan ihtiyacın" ne olduğu.
Forsun üzerine eklenen figür savunmayı değil taarruzu simgeliyor.
Süvari hızlı atılgan çevik anlamına gelir, vurucudur, yok edicidir.
Figürde yer alan kılıç savaşı temsil eder.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gücünü göstermesi devletin de gücünü göstermesidir ancak böyle bir dönemde kara kuvvetlerinin savaşçı bir kimliğe büründürülmüş olması manidar geldi bana.
Yakın dönemde bir savaşa mı hazırlanıyoruz yoksa
Bİ SORALIM BAKALIM
Biri çıkıp "genel başkan müsveddesi" dese ne yaparsınızHiç anlamadığım siyasetçilerin başında Devlet Bahçeli geliyor.
MHP Genel Başkanı özel hayatında ve ikili ilişkilerde olağanüstü nazik bir insan.
Ama iş kürsüde konuşmaya ya da bir bildiri yazmaya gelince her şey değişiyor.
O nazik Bahçeli gidiyor yerine amansız biri geliyor.
Hele bir kişi ya da kurumu karşısına almışsa tutabilirseniz tutun Bahçeli'yi.
En ağır hakaretler, aşağılamalar, karalamalar peşi sıra geliyor.
Öyle ki Bahçeli'nin yağdırdığı hakaretler Erdoğan'ınkileri bile ezip geçiyor.
Bahçeli de tıpkı Erdoğan gibi kendinden olmayan herkesi ya hain ya terörist ya dış güçlerin maşası gibi görüyor.
Bir de sık kullandığı "müsvedde" kelimesi var, Bahçeli bunu da hakaret için aşağılamak için kullanıyor.
En son AKP'nin en etkili kalemlerinden biri olan Akit yazarı Abdurrahman Dilipak'a karşı söyledi.
Dilipak'ın "Darbe 4 ay öncesinden biliniyordu" sözlerine çok öfkelenen Bahçeli "Ahı gitmiş vahı kalmış bir yazar müsveddesi" cümlesini kullandı.
Bahçeli gazeteciye kızarsa "gazeteci müsveddesi" doktora kızarsa "doktor müsveddesi", avukata kızarsa