Bu millet Müslüman mı gerçekten

ACAİP YAZILAR

Bu millet Müslüman mı gerçekten

Osmanlı döneminde din istismarı var mıydı

Bana göre yoktu, çünkü devlet dini esaslara göre yönetildiği için din bir yaşam biçimiydi, toplum bu kurallara göre şekillenirdi.

Din istismarı siyasetin ve çok partili dönemin bir ürünü.

Din istismarı sonucu toplumun ciddi bir kesimi genellikle bilgisi olmadığı halde dini konularda kendini bir fanusun içine hapseder, dine fanatizm ölçüsünde sarılır.

Gerçekten dindar olduğu için midir bu ölümüne sadakat yoksa çevreye uyum sağlamak, dışlanmamak ve hatta durumdan yararlanmak için mi orası meçhuldür.

Ancak şu gözlemimi paylaşmak isterim;

Çok dindar görünen, bu konuda militan tavırlar içinde olan birçok kişinin aslında dini bilgisinin yetersiz olduğunu bizzat gözlemledim.

Kendinden olmayanları hemen dinsizlikle suçlayan nice insanın bir Fatiha okumayı bile beceremediğini gördüm.

Şimdi size Şevket Süreyya Aydemir'in "Suyu Arayan Adam" kitabından bir bölüm sunmak istiyorum.

"Tek Adam" kitapları ile Atatürk'ü, "İkinci Adam" serisi ile İsmet İnönü'yü anlatan eğitimci ve yazar Şevket Süreyya Aydemir, "Suyu Arayan Adam" kitabında ise kendi gözlemlerini anlatıyordu.

Osmanlı ordusunda askerliğini yaparken Sarıkamış'taki 28'inci taburda erlere temel konularda eğitim veren Şevket Süreyya Aydemir burada askerlerin fanatik bir Müslüman gibi davranmalarına rağmen dinden ve kurallarından ne kadar uzak olduklarını, nasıl cahil bırakıldıklarını anlatıyor.

Gelin şimdi Şevket Süreyya Aydemir'in kitabından bir bölümü birlikte okuyalım;

"Daha ilk derste belli oldu ki bölükte, hangi dinden olduğumuzu bile doğru dürüst bilen bir kişi yok.

Bir gün askerlere sordum:

"Bizim dinimiz nedir"

Hepsinin bir ağızdan, "Elhamdü-l-illâh Müslümanız" diye cevap vereceklerini sanıyordum.

Fakat öyle olmadı, cevaplar karıştı.

Kimisi "İmamı âzam dinindeniz" kimisi "Hazreti Ali dinindeniz" dedi.

Kimisi de hiçbir din tayin edemedi.

Arada, "İslâmız" diyenler de çıktı ama "Peygamberimiz kimdir" deyince, onlar da pusulayı şaşırdı. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi, "Peygamberimiz Enver Paşa'dır" bile dedi.

İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da "Peygamberimiz sağ mıdır, ölü mü" deyince, iş gene çatallaştı.

Herkes aklına gelen cevabı veriyordu. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu.

Fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.

"Peygamberimiz sağdır" diyenlere, "O halde hangi şehirde oturur" diye sordum. Cevaplar tekrar karıştı. Onu İstanbul'da, Şam'da yahut Mekke'de yaşatanlar oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu.

"Peygamberimiz ölmüştür" diyenlere de "Ne zaman ölmüştür" denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. Yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişi güzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu vakit tayin edemiyordu.

Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmediği gibi, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen kimse de çıkmadı.

Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu. Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Onlar da namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar.

Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi Anadolu köylüleriydi. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı:

"Biz hangi milletteniz" deyince her kafadan bir ses çıktı:

"Biz Türk değil miyiz" deyince de hemen, "Estağfurullah" diye karşılık verdiler.

Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz "Türk"tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Ama onlara göre Türk demek, Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu.

Ama onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı.

Dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, adını, padişahın adını, devletin merkezini, başkumandanı ve onun vekilini de bilmemektedir.

Hele iş vatan bahsine dönünce, büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler; belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı."

Şevket Süreyya Aydemir'in kitabında toplumun nasıl cahil bırakıldığını cumhuriyet devrimlerinin ise bu korkunç gerçekle nasıl savaştığını anlatan pek çok bölüm var.

Görüldüğü gibi kendini Müslüman sayan, dini uğruna her şeyi yapabileceğini söyleyen insanların çoğunun aslında hiçbir şeyden haberi yok. Tabii merak da etmiyor. Bildiği ya da bildiğini sandığı ona yetiyor. Şevket Süreyya Aydemir, 100 yıl öncesini yazmış, bugün aynı durumda milyonlar var artık.

SOSYAL MEDYADAN

Absürd bir hesap ama çok güzel

Bir sosyal medya kullanıcısının CAPS'ini gördüm.

Çok matrak geldi bana.

Diyor ki;

İnsan en fazla yüz yıl yaşıyor.

2241 yıl yaşasaydı ve her gün bir milyon lira harcasaydı 817 milyar lira ederdi.

Merkez Bankası 818 milyar lira zarar etmiş.

Çok absürd bir hesaplama tabii ama görünce çok güldüm.

Merkez Bankası