TRUMP, ABD Başkanı olarak 20 Ocak 2025'te Beyaz Saray'da göreve başladı.
42 gün içinde dünyayı sarstı. Gazze ve Ukrayna meselelerine yaklaşımı kadar NATO'ya, Avrupa'ya yaklaşımı, Kanada ve Grönland talepleri gibi bir dizi küresel gidişatı etkileyecek hamle aynı anda gelişiyor. Yeni jeopolitik hatlar çizilirken, çok bilinmeyenli küresel siyaset denklemleri ortaya çıkıyor.
Böylesi kaotik ortam ve şartlarda gelişmeleri çok iyi okuyan Başkan Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye için tarihi fırsatlar kapısı aralanıyor. ABD Başkanı Trump ile Rusya lideri Putin, Ukrayna savaşını sona erdirme konusunda masaya oturma hazırlığı yaparken ortaya çıkan gelişmeler
Avrupa ülkelerini panikletti. Ukrayna ve güvenlik konusunda ABD'nin desteğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan Avrupa ülkeleri çıkış yolu arıyor.
Avrupa ülkeleri kıvranırken, Başkan Recep Tayyip Erdoğan (24 ŞUBAT 2025 günü), tarihi bir açıklama yaptı.
Erdoğan, "Avrupa Birliği'ni içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye ve Türkiye'nin tam üyeliği kurtarabilir" dedi.
Başkan Erdoğan'ın AB çıkışı Avrupa'da yankılanırken, ABD ile Avrupa arasındaki en önemli kırılmalardan biri olarak görülen ve kameralar önünde gerçekleşen Trump-Zelenski tartışması, Ukrayna'nın geleceğinin yanı sıra Avrupa'nın güvenliğine ilişkin soru işaretlerini artırdı.
Brüksel'de transatlantik ilişkilerin onarılamaz noktaya doğru gidebileceği endişesi arttı, NATO'nun geleceği konusunda da endişeler belirdi. Erdoğan, AK Parti Kongre Merkezi'nde düzenlenen Büyükelçiler ile iftar programında Avrupa liderlerine mesaj verdi:
"Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olarak, Avrupa Birliği'ne üyelik sürecimizi stratejik önceliğimiz olarak görüyoruz." Türkiye'siz bir Avrupa güvenliğinin düşünülemeyeceğinin altını çizdi.
"Türkiye'nin hak ettiği şekilde yer almadığı bir Avrupa'nın küresel bir aktör olarak varlığını sürdürmesi giderek imkansız hale geliyor" diyen Erdoğan, Avrupa'ya yeni yol haritası çizerek, "Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olarak Avrupa Birliği'ne üyelik sürecimizi stratejik önceliğimiz olarak görüyoruz.
Son dönemde yaşanan gelişmeler, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye'siz bir Avrupa güvenliği düşünülemez" dedi.
Erdoğan, Büyükelçilere GÜÇLÜ TÜRKİYE KODLARINI açıkladı: "Dünya nüfusunun 4'te birini oluşturan Müslümanların artık karar alma süreçlerinde hak ettikleri şekilde temsil edilmesi gerekiyor.
BMGK'da veto yetkisine sahip bir İslam ülkesinin bulunması, ihtiyaçtan öte bir zorunluluktur.
Bu değişim dalgasına direnildikçe sorunlarımızın hem sayısı hem de ölçeği büyümeye devam edecektir. Bizim bu gerçekleri açık yüreklilikle dillendirmemizin, kimi dostlarımızı memnun etmediği bilincindeyiz. Ama biz "Dost acı söyler" prensibine yürekten inanan bir ülkeyiz.
Krizlerle çevrili coğrafyada enerji güvenliği, terörle mücadele, gıda güvenliğinden kalkınmaya kritik roller üstleniyoruz. Sayısını 163'ten 263'e çıkardığımız dış temsilciliklerimizle faaliyet gösteren TİKA'mızla, Türkiye Maarif Vakfımızla, Yunus Emre Enstitüsü, AFAD, Kızılay gibi kurumlarımızla nerede ihtiyaç varsa orada olmanın gayretindeyiz. İyi günde dost ve kardeş bildiğimiz insanların kötü günlerinde de yanlarında olmaya çalışıyoruz. 500 yılı aşan köklü diplomasi tecrübemizin rehberliğinde krizleri çözmenin, insani dram, zulüm ve mağduriyetleri sona erdirmenin peşindeyiz. Bu süreçte ilkemiz şudur:
Mazluma da zalime de kimlik sorulmaz.
Biz kriz bölgelerine bakarken etnik aidiyetleri, ırkları, renkleri, kökenleri değil, yalnızca el uzatılması gereken insanlar görürüz." Erdoğan, Avrupa liderlerine ve Amerika'ya mesaj olarak, UKRAYNA SAVAŞINI SONA ERDİRME konusunda Türkiye'nin düşüncelerini şöyle verdi: "KALICI BARIŞ ANCAK ADİL VE ONURLU BİR BARIŞLA MÜMKÜNDÜR. Gazze'de nasıl insanlığın vicdanı olmaya gayret ediyorsak, Ukrayna'daki sivil kayıpların önüne de aynı hissiyatla geçmenin mücadelesini veriyoruz.
Ukrayna'nın egemenliği ve toprak bütünlüğüne desteğimizi sürdürürken, muhtemel bir çözümün ne Rusyasız ne de Ukraynasız olabileceğine inanıyoruz.
İlk günden bu yana ateşe körükle gitmeden krize çözüm üretmeyi amaçladık. İstanbul süreci, Karadeniz Tahıl Girişimi, esir takası gibi inisiyatiflerle savaş şartlarına rağmen müzakere ve uzlaşının mümkün olabileceğini gösterdik. Savaşan taraflardan herhangi birini dışlayan formüllerin sonuçsuz kalacağını her vesileyle dile getirdik. Kalıcı barış ancak adil ve onurlu bir barışla mümkündür. Bunun yolu da iki tarafın temsil edildiği bir müzakere sürecinden geçiyor.