Dış politikada yeni paradigma

Günümüz dünyasında dış politika artık her ülkenin bireysel olarak yürüttüğü bir strateji olmaktan çıkarak her tür iç-dış dinamiği ve aktörü de kapsayan uluslararası bir takım oyunu haline geldi. Bu bağlamda Jürgen Habermas gibi düşünürlerin sık sık dillendirdiği 'küresel iç politika' (weltinnenpolitik) çağındayız. Hiçbir strateji artık küresel, bölgesel ve ulusal sorunlar karşısında dokunulmaz değil.
Çünkü Jami Miscik, Peter Orszag ve Theodore Bunzel tarafından ortak kaleme alınan makalede de (Foreign Affairs, Mart 2024 sayısı) vurgulandığı üzere 'stratejik ve jeo-ekonomik bağlama' dayalı küresel siyaset paradigması yeni realiteler karşısında kökünden değişiyor, değişmek zorunda.
ABD'de 500 kurumsal yatırımcının katılımıyla yapılan bir ankette jeo-politika, 2024'te küresel ekonomi ve piyasalar için en büyük risk unsuru olarak sıralanıyor.
Kuşkusuz jeopolitik gelişmelerin en büyük tehdide dönüşmesi Ukrayna'daki savaş, Gazze'deki soykırım saldırıları ve Kızıldeniz'deki Husi krizi gibi küresel gerilimlerin herkesi etkileyen temposundan ve etkisinden kaynaklanıyor.

Daha temelde ise özel şirketleri ve kurumları küresel jeo-politik sahnede çatışmaların bir tarafında yer almaya zorlayan tektonik bir değişim yaşanıyor.
Bir bakıma ekonomik ve teknolojik rekabetin her açıdan dış politik krizlerin merkezinde yer alması, geçmişten sadece niceliksel değil niteliksel ve paradigmatik bir kopuşu da temsil ediyor. Soğuk Savaş'ta ABD ile SSCB ekonomik açıdan çok az etkileşimde bulundu. Aralarındaki ticaret 1979 verilerine göre yıllık 4.5 milyar dolardı.
Şimdi ise ABD ve Çin arasındaki ticaretin bir haftalık miktarı bile bu rakamı geçiyor. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonraki 'terörle savaş'ta da ABD, dış politikasını ekonomiden ziyade güvenlik ve askeri gücüne dayanarak yürüttü.
Ancak şimdi güvenlik ve askeri güç kadar ekonomik ve teknolojik rekabet de jeopolitik savaşların ana cephesi konumunda. 2010 yılındaki kıta sahanlığı krizinde Çin, Japonya'ya