Avrupa'daki liberal anlayışın gelişmesi sonucu Yahudiler, Hıristiyan dünyasında ilk kez nefret objesi olmaktan çıkarak yaşadıkları ülkelerde vatandaş statüsü kazanmaya başladı.
Fakat bu normalleşme uzun sürmedi. 1848 devrimleri ile süreç tersine döndü. Sanayileşme ve burjuva kapitalizminin ezdiği kitleler, monarşilere ve kiliseye başkaldırdı.
Fransız Devrimi'nin vaat ettiği romantik ulus devletler dönemi başladı Avrupa'da. Halklar sosyo-ekonomik sefaletin temel nedeni olarak daha önce teolojik düşman diye niteledikleri Yahudilere yöneldiler yine.
Bu bağlamda Batı'daki modern antisemitizm Hitler'den çok önce başlayan kolektif bir meseledir. Çünkü Yahudiler, Avrupa'da tarih boyunca ayrımcılığa, zulme ve sürgüne maruz kaldı.
Roma İmparatorluğu'ndan bu yana krallar, ülkelerinde kalmasına izin verdikleri Yahudileri toplumun diğer kesimlerinden ayrı tuttu.
Katolik, Ortodoks ve Protestan Hıristiyan kiliseleri ise 'Tanrı katili' gördükleri Yahudileri Eski Ahit'in halkı olmasına rağmen hep dışladı. Her krizde Yahudiler hedef gösterildi. Örneğin 1491'de Reconquista'dan sonra İspanya'dan Yahudi nüfusu tamamen sürüldü.
***
19. yüzyıla geldiğimizde tarihsel aktör olarak artık uluslar ve ırklar öne çıktı. Yahudiler ise ulusu olmayan halktı. Almanya veya İngiltere'de yaşayan bir Yahudi, Alman veya İngiliz olarak algılanmıyordu.Hatta Avrupa'da 1903'te yayımlanan ve kamuoyunda çokça tartışılan Siyon Liderlerinin Protokolleri büyük yankı uyandırmıştı. Avrupalı halklar bu protokollerde Yahudilerin dünyadaki bütün ulusları yok edeceklerine ve dünyayı ele geçirme planları yaptıklarına inanıyordu.
Tam da bu süreçte artan antisemitizmin etkisiyle Yahudiler arasında da uluslaşma ve ulus devlet kurma düşüncesi gelişti.
Bir bakıma siyonizm, Avrupa'da had safhaya ulaşmış olan antisemitizm sorununu