14 Mayıs, Batı'yla hesaplaşma günü

Dünya 14 Mayıs'a kilitlendi. Bu yoğun ilgi Türkiye'nin hem eski hem de yeni dünyanın kilit ülkesi olmasından kaynaklanıyor. ABD liderliğindeki Atlantik ayakta kalabilmek için; Rusya ve Çin öncülüğündeki Büyük Avrasya dünyası da kendi düzenini kurabilmek için ülkemize ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle 14 Mayıs sadece ülkemizin geleceği için değil dünyanın gidişatı ve geleceği için de bir dönüm noktası olarak görülüyor. Batı medyası bu yüzden salya sümük Sayın Erdoğan'a saldırıyor. Çünkü Erdoğan'ın kazanması, küresel statükonun sarsılması anlamına geliyor. Bunu açıkça söylüyorlar zaten... "Erdoğan'ın kaybetmesi Batı için bir zafer olacaktır" diyorlar. Öte yandan Erdoğan'ın yeniden seçilmesi de İslam ümmeti başta olmak üzere Batı dışı dünya için bir zafer olacak. Her hâlükârda dünyanın kaderi 14 Mayıs'ta belirlenecek. Nitekim Washington Post gazetesi, seçimlerin küresel gidişatı etkileyeceğine vurgu yaparak, Erdoğan'ı "dünyada en belirleyici lider" diye tanımladı. Ancak görev paylaşımı yapan Batı medyasının ılımlı görünen organlarının da Erdoğan'a kuduz köpekler gibi saldıran The Economist ve Der Spiegel'den bir farkının olmadığını iyi bilmek lazım. Dolayısıyla seçimi kazanmak yetmiyor. Ekonomik ve askeri bağımsızlık yanında Batı kaynaklı tehlikelere karşı köklü kültürel reformlara da ihtiyaç var. Bunun da yolu Ahmet Mithat Efendi'nin şuuruna sahip olmaktan geçiyor. Milletin ilmen ve fikren ilerlemesi için zor bilgileri, halkın rahatlıkla anlayabileceği bir dille yaydığı için edebiyatta 'ilk öğretmen' anlamına gelen 'Hace-i Evvel' payesi verilen Mithat Efendi (1844-1912), 1872'de Bedir gazetesindeki makalesinde Vatan Şairimiz Namık Kemal'e (1840-1888) adeta 'Batı dersi' verir... "İstikbalimizin emniyeti için Avrupa devletler muvazenesinin (dengesininsisteminin) mâbihilhayatı (yaşamına sebep olanın) bizim muhafaza-i istikbalimiz olduğunu dermeyan ediyorsunuz (ileri sürüyorsunuz). Beyim, şanlı ve saadetli gördüğüm şanlı ve saadetli istikbal bu değildir. Vaktiyle kılıcımıza baş eğdirdiğimiz kimselerin saye-i lütfunda (lütfunun gölgesinde) yaşayıp gideceksek, yani saadeti âtiyemiz (geleceğimizin saadeti) bundan ibaret kalacaksa ben o saadeti istemem. Çünkü maksadım Avrupa devletler muvazenesini muhafaza değildir. Osmanlılık şanını muhafaza etmek ve... Vaktiyle I. François'nun yazmış olduğu gibi istirhamnâmeler (merhamet dilenen mektuplar) yazıldığını (belki hayatım yetmeyeceği cihetle) hiç olmazsa mezarımın içinde seyredip orada müftehir (övünen) olmaktır. Ya böyle olsun ya hiç olmasın!" Ekrem Tahir'in "Bâbil'deki Türkiye" kitabında da dile getirdiği gibi "Zaman, yani tarih ve hadiseler