Türkiye'de bazı sektörler vardır; ne kadar görünür olsalar da aslında en çok unutulan, en az konuşulan alanlardır. Saraciye sektörü de tam bu noktada duruyor. Çanta, kemer, cüzdan, valiz… Hepimizin günlük hayatında olan bu ürünlerin arkasında, uzun yıllara dayanan bir ustalık kültürü var. Fakat bu kültür, bugün sessizce bir eşikte duruyor: Usta yetişmiyor, eleman bulunmuyor, meslek, tarihin arka sayfalarına doğru yavaşça kayıyor.
Geçtiğimiz günlerde Saraciye Sanayicileri Derneği'nin destek verdiği İDMİB Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nin saraciye bölümünü ziyaret ettiğimde, bir okuldan çok daha fazlasıyla karşılaştım. Burası, sektörün geleceğine tutulan bir ışık gibi. Tam da bu yüzden, söyleşi boyunca sık sık duyduğum bir cümle kulağıma kazındı:
"Bu gençleri kazanamazsak 20 yıl sonra bu ülkede çanta diken kimse kalmayacak"
Bu sözlerin sahibi, Saraciye Sanayicileri Derneği Başkan Yardımcısı Yusuf Gülen.
Konuşmaya başladığı anda, sadece dernek yöneticisi değil, sektörün geleceğini dert eden bir insanla karşı karşıya olduğumu hissettim.
"Babamızın başlattığı işi, yeni nesil sürdüremezse sektör çöker"
Yusuf Gülen, 20 yıldır çanta üretimi yapan Nova Çanta Deri Limited Şirketi'nin ikinci kuşak temsilcisi.
Babalarının 1960'larda Beyazıt'ta kurduğu bir atölyeden başlayan bu yolculuk, bugün yüzlerce kişiye iş imkânı sunan bir üretim alanına dönüşmüş.
Ama bu başarı hikâyesi, şimdi bir başka gerçekle yüzleşiyor:
Ustalar 50 yaşın üzerinde. Çırak yok, yeni nesil gelmiyor, sektörün eli giderek daralıyor.
Bu yüzden Yusuf bey, dernek olarak tüm güçlerini okulun saraciye bölümüne yönlendirdiklerini anlatırken çok net bir ifade kullanıyor:
"Biz burada kendi geleceğimizi yetiştiriyoruz."
Dernek, okulun sadece manevi destekçisi değil. Atölyede kullanılan bütün sarf malzemeleri, deriler, aksesuarlar, yapıştırıcılar… Öğrencilerin tamamı için ücretsiz sağlanıyor. Üstelik 80 öğrenciye aylık 2.000 TL burs veriliyor.
Türkiye'de kaç sektörde böyle bir sahiplenme örneği var
Bir lisenin atölyesinde başlayan sessiz bir dönüşüm
Okulun koridorlarında dolaşırken şunu düşündüm:
Burası aslında küçük bir fabrika değil, sektörün geleceği için kurulmuş bir laboratuvar gibi.
Gençler, saraciye bölümündeki atölyede manuel makinelerle üretim yapıyor; kesim, dikiş, kalıp çıkarma, montaj… Her aşamayı görüyor. Nitelikli ustaların yetiştiği bu okul, saraciye mesleğinde yeni bir çağ açıyor.
Bu sırada onlara rehberlik eden iki önemli isim var:
Öğretmen Meryem Turan Sarı ve Usta Öğretici Ayşe Sert.
Öğretmenlerle konuştuğumda, onların da dernek kadar dertli ama bir o kadar da kararlı olduklarını gördüm. Ayşe Sert'in şu cümlesi durumu çok güzel özetliyor:
"Sektörde ne kullanılıyorsa atölyede de o kullanılmalı. Öğrenci staja gittiğinde yabancılık çekmemeli."
Gerçekten de öğrencilerin ellerine tutuşturulan her malzeme, piyasadaki gerçek üretim malzemeleri. Çünkü amaç; "okulda öylesine bir eğitim vermek" değil, sektöre hazır bir genç bırakmak.
Çıraklıktan gelen yeni nesil yok
Yusuf Bey'e sektörün karşılaştığı en büyük zorlukları sorduğumda, adeta tek nefeste sıralıyor. "En temel mesele, nitelikli eleman bulamamak. Gençler artık imalata yönelmiyor; makine başına geçmek, bir zanaatın inceliğini öğrenmek onlara cazip gelmiyor. Hizmet sektörü daha parlak, daha kolay ve daha hızlı bir yol gibi göründüğü için saraciye gibi ustalık isteyen alanlar ikinci planda kalıyor. Üstelik mevcut ustaların çoğu artık ilerleyen yaşlarının getirdiği yorgunluğu hissediyor ve yerlerine geçecek yeni bir usta kuşağı yetişmiyor. Bu da sektörün geleceğine ilişkin en büyük endişeyi oluşturuyor."
Bu yalnızca saraciye için değil, Türkiye'de birçok üretim sektörü için büyük bir sorun.
Ama saraciyenin farkı şu: Bu iş bir zanaat. Makineye teslim edilemeyen aşamaları var. El ustalığı hâlâ çok kritik.
Tam bu nedenle, bugün lise 9. sınıfta bıçağı doğru tutmayı öğrenen bir öğrenci, 12. sınıfa geldiğinde kalfa seviyesine ulaşabiliyor.
Bu gençlerin her biri kaybedilirse, aslında bir mesleğin geleceği de kayboluyor.
Çin'e giden bir sanayici, Türkiye'ye dönen bir eğitim savunucusu
Röportajın en çarpıcı bölümlerinden biri, Yusuf Gülen'in Çin'de gördüklerini anlatmasıydı.
"Sadece üretimi değil, pazarlamayı da öğreten bir sistem…
3–4 ayda meslek öğrenen gençler…
Sonraki aylarda TikTok üzerinden satış eğitimi…
Ürün fotoğrafçılığı, sosyal medya eğitimi, canlı yayınla satış…"
Gülen bunu anlatırken sanki başka bir dünyanın kapısını aralıyordu:
"Biz burada hâlâ çekiçle üretmeye çalışıyoruz. Çin, ürettiği her şeyi sosyal medyada dünyaya satıyor."
Ve ardından şu cümleyi söylediğinde gözlerinde bir kararlılık vardı:
"Gençlere sadece üretimi değil, satmayı da öğretmemiz lazım."
Bu sözler, sektörün yaşayabilmesi için sadece makinelerin çalışmasının değil, dijital dünyanın da gerekliliğini vurguluyor.
Atölyeden fuara uzanan bir yol
Meryem Hoca ve Ayşe Hoca, öğrencileri yalnızca atölyede değil; fuarlarda da sektörle buluşturuyor.
Aymod ve IFCO fuarlarına katılan öğrenciler, yabancı alıcılarla görüşüyor, ürünlerini anlatıyor, bir standın nasıl yönetildiğini öğreniyor.

5