Zülfü Livaneli'nin 1990'lı yıllarda kaleme aldığı bir köşe yazısı gelir aklıma. Gençliğinde yayınevlerindeki sohbetlere dadandığını, siyasi ve fikrî dünyasının oralarda şekillendiğini anlatmıştı.
Demek ki yayınevlerinin yazıhaneleri, yalnızca kitap satılan yerler değil, aynı zamanda içtimaî terbiyenin, entelektüel sohbetlerin, fikrî temasların doğal mekanlarıydı.
Sözün kıymetli, sohbetin bereketli olduğu bir gelenekten geldiğimiz sık sık vurgulanır.
Peki, hala öyle miyiz, yoksa hayat hızlandı, muhabbet yavanlaştı mı
Bugün bir bir hayatımızdan çekilen sohbet meclisleri ile birlikte, belki de konuşmanın edebi de kayboldu.
Modern zamanların hızına kapıldıkça, ne yazık ki insanlar daha kavgacı, daha tahammülsüz oldu. Makineler devreye girdikçe yalnızca işlerimiz değil, kelimelerimiz de ruhunu kaybetti.
Sosyal medyada durmadan konuşan, tartışan insan, ekrandan başını kaldırdığında çoğu zaman söyleyecek söz bulamıyor. Sözün kök salacağı, sohbetin derinleşeceği ortamlar ortadan kalktıkça (hakiki mekanlardan dijitale kaydıkça) konuşmalar da yüzeyselleşiyor.
Bugün herkes kendi köşesine çekilmişken, insanları yeniden bir araya getirmeye çalışan dernekler, vakıflar ve yayınevleri yok mu Tek tük de olsa var.
Geçenlerde Kadıköy'de İlke Yayıncılık tarafından düzenlenen, yazarları ve şairleri bir araya getiren program da bu muhabbet geleneğin bugünkü karşılıklarından biri.
"Düşünen bir toplum için birlikte konuşmak ve tartışmak değerlidir" cümlesi, muhafazakar entelektüel hayatın uzun yıllardır sessiz ama ısrarlı biçimde savunduğu bir hakikati dile getiriyor.
İlke Yayıncılık'ın sahibi Ayhan Küçük'ün, "Yayıncılık elit bir iş değildir, insana dokunması gerekir" sözleri ise bu anlayışın ahlakî çerçevesini çiziyor.

6