Bir gazeteci kafilesiyle Anadolu illerinden birine ziyarete gitmiştik. Sağ olsun söz konusu ilimizin valisi bizimle kahvaltıda buluşma nezaketini gösterdi.
Kaldığımız otel bir uygulama oteliydi. Turizm ve otelcilik alanında eğitim gören lise öğrencilerinin gerçek bir otel ortamında pratik beceri kazanmalarını sağlayan bir tesis...
Söz konusu otelde Vali Bey ve gazeteciler için mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Sözün gelişi 'mükellef' diyorum. Mükellefin çok ötesinde bir sofraydı. Onlarca çeşit... Yok yoktu.
Sofranın etrafında bir düzine insandık ama kahvaltılıklar beş-on aileyi doyurabilecek çeşit ve miktardaydı.
Tahmin edin ne oldu
Sofradakilerin yüzde seksen, doksanı çöpe gitti.
Kahvaltı faslı bittiğinde çalışanların tabaklardaki çeşit çeşit yemeği siyah çöp torbalarına dolduruşunu izlemek gerçekten can sıkıcıydı.
Bu israfı önlemenin yolu yok muydu
Maalesef, servise çıkarılan tabaklar (velev ki hiç dokunulmamış olsun) bir daha geri alınamıyormuş.
Bu bir milli servet israfıydı.
O ürünler sofraya gelene kadar ne çok kaynak harcanıyor, ne çok alın teri dökülüyordu. Bu kaynakların ve alın terinin çöpe gitmesi reva mı
'İsraf haramdır' diyen bir dinin mensuplarıyız.
Lakin Türkiye'de günde 12 milyon (yılda 4 milyar) ekmeği çöpe atmaktan da sakınmıyoruz.
'Günde şu kadar paranı çöpe at' deseler atmayız ama para verip aldığımız ekmeği rahatlıkla çöpe atabiliyoruz. Üstelik tek bir ekmeğin soframıza ulaşabilmesi için kim bilir ne kadar suya, yakıta ihtiyaç var.
İklim şartları nedeniyle tarım yapmak her geçen gün zorlaşırken, dünya küresel bir kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya iken biz ekmeği çöpe atıyoruz.
Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) verilerine göre Türkiye'de her yıl ortalama 23 milyon ton gıda israf ediliyor.
Meyve-sebzelerin yaklaşık yüzde 35'i sofraya ulaşamadan kayboluyor ya da çöpe gidiyor.
İsraf en çok evlerde, hizmet sektöründe, perakendede ve dağıtım süreçlerinde görülüyor.