Kraliçe arı tükendi

Gündelik siyasi tartışmaların gürültüsü arasında çoğu zaman sessiz acıları duymuyoruz. Ekranlarda kimin ne dediğini konuşurken, insanların içinde büyüyen yorgunlukları fark etmiyoruz. Oysa toplumun gerçek kırılmaları manşetlerde değil, zihinlerde başlıyor.

Bugün birçok kadının yaşadığı 'süper kadın' baskısı da böyle görülmeyen kırılmalardan biri. Sessiz ama derin, güçlü ama yıpratıcı.

Çevremde konuştuğum kariyer sahibi-evli-çocuklu pek çok kadın yaşadıkları hayatı sorguladıklarını ve bu yükü taşımaktan artık yorulduklarını söylüyor.

Modern zamanlar biraz da kadınların özgürleşme hikayesidir. Kadınlar hayatın her alanında yer almaya başladılar. Bu zor yolculuklarında geleneksel sorumluluklarından da kurtulamadılar. "İyi bir anne, kusursuz bir eş ve ilham veren bir çalışan" oldular. Üstelik tüm bunları da hiç zorlanmadan yapıyorlarmış gibi durdular.

Ancak şunu dürüstçe söyleyelim: Bu her şeye yeten ve yetişen "güçlü kadın"lar artık bu imajdan çok sıkıldılar.

Zira "güçlü kadın" anlatısının bir başarı öyküsünden çok, iyi gizlenmiş bir yorgunluk hikayesi olduğunu her geçen gün daha fazla hissediyorlar. "Güç" diye pazarlanan şey çoğu kez kadını sessizce tüketiyor. Özgürlük sözü ise yeni bir yükün adı oluyor.

Kadınları yıllarca bu tuzağa düşüren ise piyasa merkezli rekabet kültürü.

Bu bakış açısı her türlü eşitsizliği kabul ediyor ama çözümü yine kadının omzuna yüklüyor. Kadının özgürleşmesini piyasanın aklıyla açıklıyor. Kadına "kendini mükemmelleştir, daha iyi ol, yarış, 7/24 ulaşılır ol ve kazan" diyor. İlk bakışta motive edici, harika önermeler. Kim istemez en iyi olmayı

Ama sorun şu ki rekabet eşit şartlarda değil. Evde ve işte koşullar eşitlenmeyince her şey bireysel performansa bağlı kalıyor. Kadın yalnızlaşıyor ve tükeniyor.

Kadın kadına rekabet

Bu performans kültürünün bir yan etkisi daha var: Kadınlar arası gerilim. Saha gözlemlerim de akademik çalışmalar da gösteriyor ki pek çok kadın, kadın meslektaşından destek görmüyor. Şu sözler durumu özetliyor: "Kadınlar en çok kadınlardan çekiniyor; yerlerini daha genç ya da daha zeki birine kaptırmaktan korkuyorlar."

İş yerinin koridorlarında "kız kardeşlik" sık sık bir çıkmaza tosluyor. Kadınlar daha çok kadının yükselmesini istiyor ama biri gerçekten zirveye tırmandığında tedirgin oluyorlar.

Bu kıskançlık değil, sistemin dayattığı bir savunma refleksi. Çünkü kadına ayrılan koltuk az, piramitte yükseldikçe çok çok daha az. Hataya af yok ve rekabet acımasız.

Tam burada "kraliçe arı sendromu" devreye giriyor. Erkek egemen kurumlarda yükselen bazı kadınlar, yerlerini korumak için diğer kadınlara mesafe koyuyor. Çünkü o kurumlarda ayakta kalmanın bedeli, duygularını bastırmak, "fazla kadınsı" görünmemek. Böylece erkek egemenliği kadın eliyle yeniden üretiliyor. Sistem, kadınları birbirine rakip yaparak diri kalıyor.