Benim tercihim çaydır. İnce belli bardağın buğusunda sadece lezzet görmem, bir Cumhuriyet idealizmini hissederim. 102 yıllık bir bağımsızlık ve kalkınma mücadelesinin içinde ülkemin hikâyesini duyumsarım.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında "kendi yağında kavrulan bir ülke" hayalinin somut adımlarından biriydi çay. Birinci Dünya Savaşı sonrası kahve kıtlığı yaşanınca, genç Cumhuriyet çay tarımını stratejik bir tercih olarak benimsedi. Uygun iklimi sayesinde Doğu Karadeniz, özellikle Rize, 1930'lardan itibaren milli çay üretiminin merkezi oldu.
Atatürk döneminde başlayan tarımsal hamlelerle önce Rize'ye, daha sonra tüm Doğu Karadeniz'in nemli yamaçlarına fidanlar dikildi, fabrikalar kuruldu, üreticiler desteklendi.
Çay saraydan halka indi
Kısa sürede çay, ulusal bir içecek ve kendi kendine yetebilmenin simgesi haline geldi. Gerçi çay, 16. yüzyılda, Portekizli ve Hollandalı tüccarlarla Osmanlı topraklarına girmişti. Ancak pahalı olduğu için saray ve üst sınıfların içeceği olarak kaldı. Çay, Cumhuriyetle beraber halkın bir numaralı içeceği oldu, gündelik hayatımızın ortak dili haline geldi.
Türkiye'de günde 245 milyon bardak çay içiliyor. Bu inanılmaz bir rakam. Kişi başına çay tüketiminde dünyanın en üst sırasındayız. Üstelik bu durum, son yıllarda küreselleşmenin etkisiyle ülkenin dört bir yanına yayılan yerli ve yabancı markalı kahve zincirlerine rağmen böyle. Çayın kültürel gücü o kadar baskın ki, "Kahvaltı hazır" yerine "çay hazır" deriz. Misafir geldiğinde sohbetlerimizi şenlendiren çay ikramı olur. Siyasetçilerimiz bile halka çay dağıtarak gönülleri kazanmaya çalışır.
Ama zaman değişti, iklim de.
Bugün çayın en büyük sınavı küresel iklim değişikliği. Yağışlar düzensizleşti, yazlar uzadı, toprak yoruldu. Bir yıl erken uyanan dal, ertesi sene geç filiz veriyor. Ülkemizde çay hasadı bu yıl geçen seneye göre yüzde 20 azaldı. Üretici temkinli, tüketici de cebini düşünerek bardağının hesabını yapıyor. Kısacası "tek ürüne yaslanarak" güvenli bir gelecek kurmak artık zor.
Ve şimdi yeni bir eşikteyiz. Rize, diğer Doğu Karadeniz illerimiz gibi, çayın yanına yeni değerler koyuyor: turizm, liman, lojistik, ulaşım. Geçtiğimiz hafta katıldığım Uluslararası Rize Ticaret ve Ekonomi Kongresi'nde salonun ortak cümlesi şuydu: "Rize, bundan böyle sadece çayla anılmayacak." İyidere'de yapımı süren Lojistik Liman ve çevresindeki depolama, sanayi alanları kente yeni bir soluk kazandırmayı hedefliyor.
Sahil şeridi sanayi ve lojistik hatlarla güçlendirilirken asla unutulmaması gereken bir başka zenginlik de bölgenin turizm potansiyeli. Ayder'in sisini, Fırtına Vadisi'nin sesini, Kaçkar'ın yürüyüş yollarını düşünün. Bunları bilinçli ve doğaya saygılı bir anlayışla turizme açmak, çayı güçlendirecek ve markalaştıracak bir ekosistem de oluşturur.

4