Ah bu diziler

Türk televizyonları 2024'e hızlı girdi. Yeni başlayanlar noktalananları sayıca çok aşıyor. Çoğunlukla ilk üç haftayı izleyip dizinin yaşamımdaki yeri hakkında karar veriyorum. Seçimlerimde yanıldığım çok oluyor. Merakla izlediğim ya da pişman olsam da izleme alışkanlığı edindiğim dokuz adet dizi var. Yan gözle baktıklarımı da sayarsanız on beşi buluyorum.

Neden mi bendeki bu merak Her şeyden önce artık sahnede çok sık göremediğimiz tiyatro sanatçılarının yorumları için. "Yalı Çapkını"nda Çetin Tekindor, "Kızılcık Şerbeti"nde Aliye Uzunatağan, "Ne Gemiler Yaktım"da Çiğdem Selışık Onat, "Hudutsuz Sevda"da Burak Sergen, "Safir"de İpek Tuzcuoğlu, "Aldatmak"ta Vahide Perçin ve Mustafa Uğurlu, "Şahane Hayatım"da Sumru Yavrucuk ve birçok başka kıdemli sanatçı sıra dışı oyunculuklarıyla ve Türkçeyi hiçbir telaffuz ve tonlama yanlışına yüz vermeden kullanmalarıyla hayranlık uyandırıyorlar. (Gençler arasındaki büyük yetenekleri değerlendirmek için kendime biraz zaman tanıyorum).

KURGU DÜZENLEMESİNİN ÖNEMİ

Dizi merakımın bir başka nedeni, Metin And hocamın bu sürekli öykülerin kurgusu bağlamında ısrarla dikkat çekmiş olması. Sevgili And, "Yalan Rüzgârı" ile dizi bağımlısı olmuş, bizleri de peşinden sürüklemişti. And'a göre uzun süremli bir öyküyü kurgularken olayları, izlekleri ve karakterleri kullanmak için yalnız yaratıcılık değil, büyük oranda mühendislik dehası da gerekiyor. Öykünün bu temel taşlarını öyle ustalıkla buluşturacaksınız ki "merak öğesi" hep sürecek, oyunculara doyurucu roller yazılabilecek ve bu yolla izleyeni duygusal ve düşünsel açıdan sarıp sarmalayacak bir serüven oluşturulacak.

İşte bu noktada dizi sektörümüz tökezlemeye başladı. Ürün sayısı arttıkça, üretme hızı da çoğaldı. Senaristlerin başlarını kaşıyacak zamanı yok. Bu nedenle, birbirlerini taklit edip duruyorlar. Karakterlere isim takarken bile...

Sözgelimi, artık her dizide "mafya"nın öncelikli yeri var. Bu da şiddet olgusunu körükleyerek öyküleri yavanlaştırdığı gibi, her gün "haberler"de izlediğimiz şiddet olaylarını da yüreklendiriyor. Dahası, çocuk oyuncuların ilgi çektiği düşünülerek her diziye en az bir çocuk öğesi yerleştiriliyor. Bu çocuk ya da bebeklerin bir bölümünün ya annesinin ya da babasının kim olduğu, birileri tarafından gizlendiği için, öykü, derinliği olmayan bir kimlik arayışına dönüştürülüyor. Bir de ergenlik bunalımları yaşayan gençleri canlandırma modası çıktı ki izlemek insanın dayanma gücünü aşıyor. Avaz avaz bağırarak -sözüm ona- dünyaya karşı çıkan gençler, anlayış uyandırmaktan çok, kulak tırmalıyor. (Senaristlerin ve oyuncu "koç"larının bu konuda çok daha duyarlı olmaları gerekiyor).

ŞİİRSEL ADALETE NE OLDU

En önemlisi de gerçek yaşamda olmasa da yazın yapıtlarında bulabileceğimiz "şiirsel adalet" dizilerde yok olmak üzere. Öykülerin bir bölümünde birçok cinayet yer alıyor, ama kısa süre sonra peşi bırakılıyor. "Aldatmak"ta Yeşim'in komşusunu trenin altına attığı, Tarık'ın düşmanını vurduğu, "Kardeşlerim"de Akif'in ve başkalarının neden olduğu ölümler, "Safir"deki çeşitli öldürme olayları, "Yabani"deki ölüm neredeyse unutulmuş gibi. (Herhalde bir gün senaristler daha önce yazdıklarını anımsayacaklardır).