'YAKMA' diyesim geliyor!

Aylardan Haziran...

Şehirden uzakta, Akdeniz'in sakin bir koyundayım. Sahilden kasabaya çıkan bu yolu ilk defa ve böylesine serin, böylesine düşünceli yürüyorum.

Gitgide yaklaştığım bir orman beliriyor karşımda... Aralarında su sızdırmaz bir yakınlığı andıran ağaçlarsa dizi dizi... Öylesi aşkın bir muhabbet ki beni ormanın taa derinliklerine kadar çekiyor.

Sakız Ağaçlarını görüyorum boy boy... Reçinesini eritmek ve içindeki tohumu açığa çıkarmak için ateşe maruz bırakılması gereken tohumlara sahip... Sakız Ağaçları hayrete düşürürken beni...

Bazı ağaçlarınsa; besin ve suyu taşıyan gövdesini korumak için ısı kalkanı görevi gören, ateşe dayanıklı kalın kabukları çarpıyor gözüme... Adeta YakMA'sın diye ateşe mesafe koyuşları alıyor beni benden...

Gel gelelim orman yangınları, birçok habitat üzerinde doğal döngünün bir parçası... Şu bir gerçek ki; doğal yangınlar olmasaydı, bu ekosistemde gelişen türlerin çoğuna sahip olamazdık.

Kimi zaman doğa için faydalı ve elzem olan yangınların günümüzde çok sık ve daha şiddetli hâle gelmesinden duyduğum endişeyle birlikte, çeşit çeşit ağaçların kokusunu da çekerken ciğerlerime... Yemyeşil tabiat içinde şükrederken buluyorum kendimi... Sonra Güneş'in tam tepe noktasına çıkmasıyla birlikte soluklanmaya ihtiyaç duyar gibi oluyorum.

Dokunmaya ve solumaya doyamadığım güzelim ormandan hızla uzaklaşıyorum, kasabalının sesleri geliyor kulağıma... Belli ki bir kahve var yakınlarda... Seviniyorum... Duyduğum seslerin ardı sıra ilerlerken bir anda ahalinin içinde buluyorum kendimi... Selam verip, dahil oluyorum hoş sohbetlerine...

Serin başlayan yürüyüşün, içimi kavuran nihayetinde, bir yandan ikram edilen suyu kana kana içerken bir yandan da şaşkın bakışların muhatabı oluyorum. 'Ne aradığımı' sorar gibi bakıyorlar bana... Kaybetmekten korktuğumu bilmedikleri gibi, yabancısı olduğum bu kasabada aşinası olduğum yangınların acısını taa yüreğimde duyuyorum. 'Ondandır kaybetmekten korkum diyorum' içten içe ama sadece kendime...

Ordan, burdan derken tanışıyoruz bir bir... "Nereli olduğumun ne önemi var. Her yer memleket değil midir" diyorum soranlara...

Konu, memleketin karış karış toprağı... Toprağın altındakinin de üstündekinin de değerli olduğu... Hiç şüphesiz ormanların da her can gibi kıymetli soluğu... Derken çıkıp geldiğim orman gibi muhabbet de derinleşiyor... Ahali tecrübeli bir o kadar da bilgin... Hayretle dinliyorum her birini...

İçlerinden ehil bir dayı adeta alıyor sazı eline "Daha bu ne ki havalar ısınmaya başlayınca gör sen... Akdeniz ateşi bu evlat, fena yakar adamı..." diye döktürüyor mübarek.... Ardından bir amca orta halli devam ediyor "güneş yakar yakmasına da ihmal yakMA'sa keşke..." Diğer masadan kulak kabartan bir delikanlı "geçen yıl ki orman yangınında sabotaj şüphesi var denmişti." Çayları tazeleyen çırak 'eksik kalmasın' dercesine giriyor devreye "terör şüphesine ne demeli..."

Orman yangınlarında terör şüphesini de gözler önüne seren, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Bu vatanı ateşe verecek kadar ülkemize ve milletimize ihanet içine girenler varsa..." diye başlayan söylemi geliyor aklıma...

Sabotaj, ihmal ve terör... Ekosistemi alt üst eden olaylar silsilesi...

"Çözüm nedir" diye düşünürken cevap geliyor birinden:

200'ü aşkın ilçe ve köyler... Köyler de büyük tehlikede...

Kulağıma fısıldıyor biri Muhtarmış konuşan...

"Nasıl tehlikede" diye soruyorum iyi ki de soruyorum...

"İtfaiye sorumluluk sahasında eksikler var" diyor Muhtar ve hız kesmeden devam ediyor:

Büyükşehir kapsamındaki illerde kent merkezi dışındaki köylerde sorumluk Büyükşehir'e ait ve köylerdeki yangın müdahaleleri de belediye sorumluluğunda... Büyükşehir belediyelerinin itfaiye istasyonları şehir merkezinde olduğu için köylere uzak... Köyde başlayan yangın için daha erken müdahale imkanı sağlayan kırsal itfaiye istasyonları kurulmalı...