Merhabalar sevgili okurlar.
İlerleyen yaşlarımız hayata farklı açılardan bakabilmeyi, mutluluğun anlamını farklı gözlerle arayabilmeyi öğretiyor bizlere. İnsan, hele de benim gibi yetmiş yıllık bir yaşamı geride bırakmışsa, hayatın tüm sihirlerinin küçücük anlarda saklı olduğunu iyice anlamış oluyor.
Henüz 20'li yaşlardaki gençlerin bizim yıllarımızı vererek geldiğimiz noktaya şimdiden erişmiş olduklarını görmek anlatamayacağım kadar çok sevindiriyor beni. Bugün Sizler' e bana bu sevinci yaşatan gençlerden birinden, Facebook arkadaşım Seren Şahin' den, söz ermek istiyorum.
Seren arkadaşlık isteğini Mart 2013'de, yani tam 12 yıl önce, gönderdi bana. Almanya'da yaşayan, ekonomi dalındaki üniversite öğreniminin yanı sıra oyunculuk üzerine de özel öğrenim gören 24 yaşında bir gencin neden benimle arkadaş olmak istediğini pek anlayamadım önce. Sonra, sordum kendisine… "Yazılarınızı uzun zamandır takip etmekteyim. Çok taktir ediyorum. Umarım ve dilerim Allah' tan tüm istekleriniz, dilekleriniz yerine gelir. Her şeyin en iyisine layıksınız." diye cevap verdi bana. Ve arkadaş olduk…
Haberin DevamıArkadaş olduğumuz yıllarda Alman oyuncular, yönetmen ve ekip arkadaşları ile Istanbul' da çekmiş oldukları kısa filmi gönderdi Seren bana. "Üç" adlı bu film, üç gencin Istanbul' a seyahatini anlatıyor. Almanya' da yaşayan, ikisi erkek biri kadın, bu üç arkadaşın biri Almanya' da doğup büyümüş bir Türk; adı Emre. Alman arkadaşları, görme engelli Julia ve otistik Jan, Emre' den kendilerini Istanbul' a götürmesini istiyorlar. Ve macera başlıyor…
Filmi defalarca seyrettim. Her seferinde farklı bir ayrıntı yakaladım bu seyirlerden. Yarım saatlik bu kısa film hayatın tam da kendisiydi sanki… Üç birbirinden çok farklı, ama aynı yaşama sevincinde buluşabilen arkadaş… Istanbul' un en büyük güzellikleri ve göz ardı etmeye çalıştığımız çirkinlikleri… Hırsızlar ve kapkaççılar gibi kötü karakterlerin yanı sıra yardımsever insanlarımız… Hepsi yarım saatlik bu kısacık filmin içindeydi. Üç arkadaşı canlandıran oyuncular, rollerine büründükleri kişilerin yaşama sevincini izleyiciye de geçirme konusunda çok başarılıydılar.
Haberin DevamıBu filmi izlemeden önce, görme engelli bir kişinin bir başka şehri kendi açısından görmek isteyebileceğini bilmiyordum. Ama gördüm ki, görmeyen gözler bazen biz görenlerin bile göremediklerini görebiliyorlar. Örneğin; filmin Mısır Çarşısı'nda çekilmiş bir sahnesinde, Julia' nın baharatlara dokunarak ve koklayarak aldığı haz çoğumuzu kıskandıracak ölçüdeydi. Otistik Jan' ın hayranı olduğu Ayasofya' yı karşısında gördüğünde duyduğu sevinç ise çok az kişi tarafından tadılabilir nitelikteydi. Bence yaşamak bu işte…
Filmde, Emre arkadaşlarını Kapalıçarşı' da kaybediyor. Üç arkadaş tekrar buluşabilmek için uğraştıkları süreç içinde çeşitli zorluklarla ve hatta kötülüklerle olduğu kadar, iyilik ve güzelliklerle de karşılaşıyorlar ve hepsi kendi adlarına farklı deneyimler kazanıyorlar. Ve başlarına ne gelirse gelsin, umutlarını hiç yitirmiyorlar…
Haberin DevamıFilm Alman film festivallerinden büyük ilgi görmüş. Cannes Film Festival' i de Kısa Film Köşe'sinde yer vererek desteklemiş filmi. Ancak, Seren Şahin Türkiye'deki film festivallerinin filmlerini kabul etmediklerini söylüyor. "Türkiyemiz' in bu konuda duyarlı olmadığını ve engelliliği konu alan bir filme gereken desteğin verilmediğini düşünüyorum." diyor.
Bana yaşamın farklılıkları ile güzel olduğunu, umudun hiç ölmeyeceğini, mutluluğun yaşadığımız kısacık anlarda saklı olduğunu tekrar hatırlamamıza fırsat verdiği için teşekkür etmiştim Sevgili Seren' e bu güzel ve anlamlı film için.
Bugün, bir de küçük hikaye paylaşmak istiyorum Sizler' le:
"İkisi de ağır hasta olan iki adam, bir hastane odasında beraberlermiş. Hastaların birine her gün bir saat yatağında oturma izni veriliyormuş. Bu hastanın yatağı, odanın yegâne penceresinin yanındaymış. Diğer hastanın ise devamlı yatar durumda kalması gerekiyormuş. İki hasta arkadaş olmuşlar ve günlerini sohbet ederek geçirmeye başlamışlar.