Depremin şefkat yorgunları psikolog ve rehber öğretmenler

Bir ay oldu, sevdikleri canları henüz huzura yatıramayanlar var deprem topraklarında. Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin Deprem Bölgesi Raporu'na göre Antakya'da kimliği belirsiz cansız beden sayısı üç binin üzerinde; boş arazide toplanıp muayene-örnekleme işlemleri yapılıp bitişikteki araziye defnediliyorlar, tutanakta numaraları var sadece. Bazıları da örnek alınmadan "yakınlarına" teslim edilmiş. Kahramanmaraş'ta kimliksiz cenazelerin defin numaralarıyla mezarlık kayıtları uyuşmadığından 425 cenazede fethi kabir yapılarak kimliklendirme için yeniden örnek alınmış. Yakınlarını huzura yatıramayanlar, daha kendi felaketlerinin idrakini yaşayamayacak kadar yorgun; sevdiklerinin mezarından bile yoksunlar. Çocuklarını ve eşlerini, anne-babalarını toprağa verenler hayatta her şeylerini kaybetmenin yorgunu. Seslerine kulak veriyorum Deprem çığlıkları hala beyninin içinde döndüğü için gözüne uyku girmeyenler; boğazı düğümlendiği için konuşamayanlar. Çekirdek ailesinden kimsesi kalmayan, işini gücünü hatıralarını kaybeden baba "Üzerimdeki gömlek bile benim değil" diyor. Hepsi yorgun. Bir de üstüne Hatay'a düşen sağanak, çadır uçuran fırtına. Depremzede olmayanlar da yorgun. Arama kurtarma ekipleri, enkaz altından sağ çıkarılanların uzuvlarını ampute eden sağlıkçılar, özel Defne Hastanesi'nin yoğun bakımında terk edilen kuvözdeki bebekle diğer sekiz yetişkin hastayı cansız bulan AFAD gönüllüleri, deprem kurbanlarını yataklarından almaya gelen UMKE ekibi. Sonra sivil toplum bireyleri, asker ve polis, yardım gönüllüleri, yemek dağıtanlar Yorgunların travmalarına çare olmak için bölgeye giden psikolog ve pedagoglar, rehber öğretmenler de yorgun. Literatürde "şefkat yorgunluğu" (compassion fatigue) diye anılan ikincil bir travmadan mustaripler. Yardıma yetememe çaresizliği ve sahadan dönüşün yarattığı suçluluk duygusu öyle derin ki, onların da psikolojik desteğe ihtiyacı var. Ve iyi ki, psikolojik destek için sahaya gidip dönenlere o desteği veren profesyonel gönüllüler var. TÜKENMİŞLİĞİN KATMERLENMİŞ HALİ Yorgunların seslerini medyadan, sosyal medyadan uzaklardan duyuyoruz. Duymadığımız bir tek, duygusal acıları dindirmeye çalışanların sesi. O sesi de psikolojik danışman Suay Kantoğlu'ndan dinledim. Bir sivil toplum örgütü çerçevesinde, alandan dönen psikolog, rehber öğretmen ve özel çocuklarla ilgilenen özel öğretmenlere yardım çalışması yürüten gruptan Suay Kantoğlu. Kendisi de 99 Marmara depreminde 1.5 yıldan fazla Sakarya ve Adapazarı'nda çalıştığı için saha deneyimi var, şefkat yorgunluğunu yaşamışlığı var. Ama bu sefer afet alanı çok daha geniş. Sivil toplum gönüllüsü Kantoğlu, en tarifsiz yıkıma uğrayan Hatay ve Kahramanmaraş'tan dönenlerle günde 6-7 saati bulan grup terapileri yürütüyor. Ekip halinde çalışıyorlar. Hayır, orada yaşadıklarını anlattırmıyorlar (depremi anlatsın diye mikrofon tutulmasına esef ediyoruz bu arada); afet bölgesindeki anıları üzerinden olay anlattırılmıyor. Amaç, duyguların akıtılmasını sağlamak. Çünkü psikolog ve öğretmenlerin duygusal tepkileri, depremzedelerin ruhsal dünyasıyla sınırlı değil. Her işe yetişiyorlar, yemek dağıtıyor çamaşıra girişiyorlar. İnsanlara yardım edebilmeleri, güven ilişkisini kurabilmeleri için izole olmamaları gerekiyor. Yardım çığlıkları ayaklarına gelmiyor, geziyor topluma karışıyorlar. İmkansızlıklara karşı tepki doğuyor içlerinde, depremzedenin travmalarını yüklenmeye başlıyorlar. "Çadırım yok, su yok" dertleriyle yine onlara koşanlar var. Tükenmişlik sendromunun katmerlisini yaşıyorlar. Sahaya giderken ihtiyaçlarını alıyorlar yanlarına ama bir noktadan sonra onlar da depremzede. İşin doğası bu. İşin doğası bu ama yardıma gidenlerin kendisini iyi hissetmesi lazım ki, yardım edebilsin. Duygu