Türkiye'nin son yirmi yılda geçirdiği dönüşüm, sadece sınırları içinde değil, uluslararası alanda da dikkat çeken bir değişim sürecini temsil ediyor. Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliği, hem ülke içinde siyasi ve ekonomik reformları gerçekleştiren bir irade hem de küresel ölçekte etkisi hissedilen bir model olarak öne çıkıyor. Bugün Türkiye, sadece bölgesel bir güç olmanın ötesine geçerek, mazlumların sesi olan, dünya siyasetinde etkin rol üstlenen ve karar mekanizmalarında belirleyici bir ülke konumuna ulaştı.
Türkiye'de uzun yıllar boyunca halkın iradesinin karşısında konumlanan statükocu yapıların, vesayet odaklarının ve uluslararası baskı unsurlarının dönüştürülmesi gerekiyordu. Erdoğan'ın liderliği, işte bu noktada farkını ortaya koydu; kararlı ve cesur bir duruş sergileyerek, Türkiye'yi eski paradigmaların dışına taşıdı.
Bugün Türkiye, demokratikleşme hamlelerinden ekonomik reformlara, savunma sanayiindeki bağımsızlıktan uluslararası diplomaside etkin bir aktör olmaya kadar geniş bir dönüşüm sürecinin sonuçlarını yaşıyor. Bu sürecin temel taşlarını anlamak için, yakın siyasi tarihimize dönüp bakmak ve Türkiye'nin hangi eşikleri nasıl aştığını görmek gerekiyor.
Asya kıtasındaki en güçlü üç İslâm ülkesi olan Malezya, Endonezya ve Pakistan'ı kapsayan seyahatimiz boyunca Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın liderlik açısından bir "rol model" olarak görülmesine birçok kez tanık olduk. Her üç ülkenin liderleri de Erdoğan'ın Türkiye'yi dönüştürdüğünü, Müslüman halkların ve mazlumların savunucusu olduğunu, inandığı değerleri uluslararası platformlarda cesaretle savunduğunu vurguladı. Bunun yanı sıra, en çok üzerinde durulan kavramlardan biri de "güvenilir liderlikti." Cumhurbaşkanımızın sergilediği bu güven duygusu, sınırları aşarak bu ülkelerin halklarına kadar ulaşmış durumda. Türkiye'ye ve Erdoğan'a duyulan sevgi ve saygıyı, kilometrelerce uzaktaki sokaklarda bile görmek hepimizi derinden etkiledi.
Cumhurbaşkanımızın siyaseti, üç ana döneme ayrılabilir: Meydan okuma, değişim ve düzen. "Meydan okuma" süreci, eski düzenin temsilcileri olan statükocu yapıların, demokrasiye ve halkın tercihlerine direnen güçlerin aşamalı olarak değişimini kapsıyor. Recep Tayyip Erdoğan'ın kendine özgü liderliği ve kararlılığı, Türkiye'de köklü bir dönüşümü mümkün kıldı. Bu süreci anlamak için yakın siyasi tarihe bakmak gerekiyor. Bu bağlamda, yaşanmışlıkları anlatan söyleşi kitapları, kuramsal bilgilerden ve rakamlardan daha kıymetli hale geliyor.
ESKİ SİYASİ DÜZENİ AŞMAK: KARARSIZLIKTAN GÜÇLÜ İRADEYEGeçtiğimiz günlerde bir yakınımın kütüphanesinde Cahide Birgül'ün Aklın Yolu Bir Talat Halman Kitabı adlı eserine rastladım. Kitapta, Türkiye'nin ilk Kültür Bakanı Talat Sait Halman'ın dönemin siyasi atmosferiyle ilgili gözlemleri yer alıyor. 12 Mart muhtırası sonrası başbakanlık koltuğunda oturan Nihat Erim'in, askeri vesayet karşısındaki kararsız ve çekingen tutumu dikkat çekiyor. Halman'a göre Erim, inisiyatif almak yerine sürekli generallerin onayını bekleyen bir başbakandı.
Halman'ın kültür bakanlığı dönemi de bu vesayet düzeninin yansımalarıyla doluydu. Bakanlığı kurmak için ne bir binası, ne bir bütçesi, ne de personeli vardı. Yine de reform yapmak konusunda umutluydu. Kültür hayatını canlandırmak, küskünleri barıştırmak ve entelektüel çevreleri yeniden bir araya getirmek istiyordu. Ancak her adımda askeri yönetimin ve statükocu siyasetçilerin engellemeleriyle karşılaştı. Örneğin, tiyatroya yaptığı katkılar nedeniyle Muhsin Ertuğrul'a bir ödül verilmesine karar verildi. Ancak süreç tamamlandıktan sonra Erim'in tereddütleri başladı. Çünkü generaller bundan rahatsız olmuştu.
Talat Halman, reform yapmak isteyen bir bakan olarak başbakanın sürekli "Komutanlarla görüşmem lazım" veya "Bunu şimdi yapmayalım" gibi bahanelerle hareket ettiğini aktarıyor. Sonuç olarak, hükümet içerisindeki 11 bakan istifa etti ve reform süreci başlamadan sona erdi.

101