Türkiye'de sosyalizm ve Kürtler konusunda sol yazarlar dışında eser veren çok az kitap bulunur. Bu sahadaki nadir kitaplardan birisi de Alev Alatlı'nın Valla Kurda Yedirsin Beni romanıdır. Gerek bu roman çerçevesinde gerekse de Savcı Selim Kiraz'ın katledilmesi gibi olaylarda, Kürtlerin meseleleri üzerine defalarca sohbet ettik. Stalin'in, insanları "devrimin yakıtları" olarak görmesinin, bir muhasebeye indirgemesinin altını sık sık çizer ve konuyu nekrofili ile benzeştirirdi. Bugün onunla yaptığımız sohbetlerden yola çıkarak bir iki not düşmek istiyorum. Bu arada da özellikle sağ kesimde Kürtlerin meselelerine yönelik anlama ve anlatma çabasının eksikliğinin de altını çizmek isterim.
"EN BÜYÜK KORKUM KÜRTLERİN KENDİNE YABANCILAŞMASI" "Oğul! Sadıklığın bu muydu, valla kurda yedirdin beni." Hoca ile yaptığımız bir programda bu Van türküsünün son mısralarını kitabına isim olarak koymasının sebebini sormuştum "Havar, havar. 'İmdat' demektir Kürtçe; aşağı yukarı imdat demektir yani. Yok mu kimse Biri yok mu orada Ben bunu şair Süreyya Berfe'den duymuştum ilk. 'Oğlum! Bu muydu sadıklığın, valla yedirdin kurda beni.' İnsanın içine işleyen bir sitem... Yani mecazen düşünün tabii kurt kim, oğul kim Bin yılların hüznü, insanın hüznü, Mezopotamya'nın hüznü...Bu bölgenin pürmelalini türkülerle anlarsınız. Çünkü türkülerin dışında her şey ellenmiştir ve sanki yapaydır."
"Valla Kurda Yedirdin Beni" romanı öncelikle PKK'nın kuruluşuyla solculuğun değişim hikâyesini anlatırken, olayı, Osmanlı'da var olan ilk sosyalistlerden başlatır. Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran; Alev Alatlı'nın pek çok romanında bahsettiği isimlerdir. TİP ile de Kürt hareketini birbirinden ayırır. Kitabın sonundaki uyarıları da dikkat çekicidir: "En büyük korkum Kürtlerin kendilerine yabancılaşmasıdır." Günay Rodoplu karakterine şunları söyletir: "Milliyetçi olduğum içindir ki Kürtlerin köken arayışlarını empatiyle izliyor, elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyorum. 'Mızıka çalındı, düğün mü sandın' türküsü içimi titretirken, Şiran'ın 'Hanıma mın, bermaya mın' feryadına kulak vermemem mümkün mü Kürtlerin varlığına ilişkin tek korkum, tek kavgam, onların yabancılaşması olacaktır. Çünkü bu olursa onu ırkçılık, hatta bir tür Nazizm izler. Ve ben kendi ulusumu tanıdığım kadarıyla, biz Türkler bununla baş edemeyiz."
Alev Alatlı'nın Valla Kurda Yedirdin kitabını yazdıktan sonra Özgür Gündem'de çıkmış bir röportajı vardı. Orada "Kürt meselesini Türkiye'de sol çözer diyorsanız doğru değil, sağ çözer" demiş ve o dönem bir hayli tepki toplamıştı. Bugün gelinen noktada bu iddia doğrulandı. "Neden sol değil de sağ çözer" sorusunu şöyle cevaplamıştı: "Çünkü bizim gibi ülkelerde sol, insanları kendi habitatlarından koparır. Doğal yapısından koparttığınız insanla da uzun boylu bir yere gidemezsiniz"
Bu kendi habitatından kopma sebeplerinin içinde yabancıların ilgi ve kışkırtmaları da vardı. "1915 yılında Güneydoğu Anadolu'da Yüzbaşı Noel'den Yüzbaşı Neville'e kadar yüzlerce subay vardı. Hatıratlara bakıldığında bu insanların iyi derecede Kırmanci ve Zazaca gibi dilleri de bildikleri görülüyor. Arabistanlı Lawrence'ın Kürt versiyonları hep var olmuş. Neticede petrol bölgesi."
Alev Alatlı'nın analizlerinde dikkat çeken bir başka nokta da kapitali üretecek burjuvazi olmadan sosyalizmden söz edilemeyeceğiydi. Bu nedenle ideolojik konumlandırmanın baştan itibaren kendi gerçekleriyle tutarlı olmadığını söylerdi. Feodalizm aşamasını geçmeden milliyetçilik ve ulus devlet aşamasına gelinemeyeceğini de dile getirirdi.
REEL SOSYALİZM!
Öcalan silah bırakma çağrısını temellendirirken reel sosyalizm imkânı kalmadığından söz edince "zaten imkânlı mıydı" sorusu yukarıdaki analizlerin ışığında aklıma ilk gelen sorulardan birisi oldu. "Sosyalizme hangi aşamada gelinir" sorusuna Alev Alatlı'nın cevabı şöyleydi: "Sosyalizm, sermayenin belirli bir temerküzünü, birikimini ister. Sermaye biriktirememişseniz, kapitalist olmamışsanız sosyalist de olmazsınız. Hani önce bir kapitalist olursunuz. Olursunuz ki işçi sınıfı ortaya çıksın." Alev Alatlı, Marx'a umut olarak sarılanlara Hindistan mektubunu hatırlatırdı: "İngiltere'nin Hindistan'da yerine getirilecek iki görevi vardır. Birisi yıkıcı, birisi yapıcı. Yaşlı Asya toplumlarını ortadan kaldırmak, onun yerine Avrupa toplumunun kurallarını getirmek ister."

89