Ötekine yapması gerekeni söyleme alışkanlığı

Rum bir arkadaşım, "Benim hangi iltifatla büyüdüğümü biliyor musun" diye sormuştu. "En entelektüel arkadaşlarımın, 'Ben Rumlarla büyüdüm' demesiyle" (Rumları senden iyi tanırım iç sesiyle). Ben de ona, "Benim teyzem de başını örterdi ama..." iltifatına hayli mazhar olduğumu söylemiştim. (Sadece yaşlı kadınların başörtülerinin mazur görüldüğü iç sesiyle...)Kendisinden olmayanı onaylanmak için nasıl olması gerektiğini öğütleyen ifade biçimlerinin içinde mizah taşıdığını düşünmüşümdür hep. Hayatımda hiç seküler birine nasıl seküler olması gerektiğini söylemedim. O, seçtiği yolu zaten benden iyi biliyordur diye düşünürüm.Fakat bizim kaderimiz mi böyle, yoksa kimliğimizi yeterince ifade edemiyor muyuz bilmiyorum ama daima bizim seçtiğimiz yoldan gitmeyenlerin bize nasıl inanmamız gerektiğini öğretmelerine muhatap olmuşuzdur. Ertuğrul Özkök; Sibel Eraslan ve benim yazılarımızla ilgili yazdığı yazıda onlardan biri olmaya devam ettiğini gösterdi.Ertuğrul Özkök bu ülkenin yakın tarihinde "başbakan seçebilecek" kadar büyük bir gücün sahibi olarak tanınır. Gerçekte öyle değildiyse bile en azından bu algının yerleşmesine bizzat kendisi yardımcı olmuştur. İyi bir örnek verebilirim; 1998 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir gazeteci grubuyla yurt dışına çıkmıştı. Seyahat boyunca Ertuğrul Özkök'ün fotoğrafları her zamanki gibi Cumhurbaşkanı'ndan çok daha fazla ilgi çekmişti. Heyet döndüğünde Yeni Yüzyıl gazetesinin manşeti şöyleydi: "Ertuğrul Özkök yurda döndü."Zamanın Başbakanı Tansu Çiller istediği için bıyığını kesen ve aynı zamanda Tansu Çiller istemediği halde mayolu fotoğraflarını yayınlayan şakacı birinden söz ediyoruz. Tıpkı Ertuğrul Özkök gibi ben de zaman zaman çeşitli sorular sorarım kendime Ahmet Kaya yaşıyor olsaydı ve zaman zaman Kürt şarkıcılara ilgisini yazan bugünkü Ertuğrul Özkök'ü görseydi, ona ne sorardıÖzkök hiçbir şeye kızmaz, kin tutmaz, yeni şartlara kolayca uyum gösterir. Ve her zaman iyi yerler edinir. İktidar değiştiğinde AK Parti Genel Merkezi'nin önünde Erdoğan tarafından kabul edilebilmek için gece çok geç saatlere kadar usanmadan beklediğini hatırlarım.Bu arada Özkök'ün yazısında en hoşlandığım bölüm, kuşkusuz Eraslan'ı ve beni kahraman bulduğu satırlardı. Bizi kahraman olarak tanımladığı için değil, bu takdirden hiç haberimiz olmadığı için Çünkü sözünü ettiği dönemde Özkök'ün değil bizi kahraman bulmak, bir insan hakları mücadelesi verdiğimizi düşündüğünden bile haberimiz yoktu. Zamanın ruhuna uyarak, bu düşüncesini kamuoyundan titizlikle saklamıştı. Çok merak ediyorum; acaba AK Parti bu kadar güçlü bir iktidar olmasaydı yine aynı iltifatlara mazhar olacak mıydıkYazısında değindiği İran'daki baş örtme mecburiyetine karşı başlatılan eylemler ve genel seçime dair yorumuna gelirsek, muhtemelen Özkök'ün "Türkiye İran Olmayacak" mitinglerini alkışladığı yıllarda, ben İran'daki kadın haklarını (ve haksızlıklarını) bizzat giderek kitap ve belgesel olarak kamuoyuna sunmuştum. Daha çok yenilerde yazar Cihan Aktaş'ın "İran'da Siyah Yorgunluğu" yazısını hatırlatarak, reformcu Rafsancani ile yaptığım görüşmelerden notları tekrarlayarak nerede olduğumu paylaşmıştım. Amacım, dünya görüşüm hakkında hesap vermek değil. Sadece dünya görüşüm üstünde rahatça oynayabileceğini düşünenlerin daha iyi anlamalarına yardımcı olmaya çalışıyorum.Ertuğrul Özkök yılların alışkanlığıyla Sibel Eraslan'la benim (başörtülü yazarlar olarak) ne yapmamız gerektiğini, nasıl yapmamız gerektiğini sorularıyla tatlı tatlı yönlendiriyor. Elbette şaşırdım. İran'ın onun alanı olduğuna hiç tanık olmamıştım. Zamanında, kendi yarattığı en ünlü kadın yazarına, Tahran'da bordo renkli çarşaf giydirip, "İranlı kadınların renk özgürlüğünü" manşetlerine taşımıştı.Özkök, yazımdaki doktora tezi alıntısını yorumlarken; "Biz örtünmeyi 'inanç' konusu olarak görüyorduk, demek ki muhafazakâr kesimin