Geçen haftalarda Arap medyasında çıkan; Usame Seraya isimli bir gazetecinin "İhvan, Gazze meselesini kullanarak Mısır'ı İsrail'le savaşa sürüklemek istiyor" başlığı ve aynı konuya değinen gazeteci Abdülcelil Messaî'nin "Örgütün kampanyaları sistematik" diyen yazı özetleri dikkatimi çekti. Dikkatimi çekme sebebi "Müslüman Kardeşler"e ilişkin devam eden bir operasyon gündemiydi. Yeni Suriye yönetimi şekillenirken de ayrıca bu uyarılar anlamlıydı.
Biz, İslam ve Ortadoğu üzerine çalışan gazeteciler, özellikle Müslüman Kardeşler'in risk ve tehdit olarak görülmesini Amerika eksenli Batı çevrelerinde pek çok yorumda sık sık duyar, buna da dikkatle kulak kabartırız. Çünkü bu konu, aynı zamanda
11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında İslam karşıtlığını merkezine koyan ve İran Devrimi sonrasında "Siyasal İslam" kavramıyla çerçevelenen bir tartışmanın merkezinde yer alır. Ayrıca Türkiye'deki İslami hareket de muarızları tarafından 28 Şubat dönemi öncesi ve sonrasında hep bu bağlantılarıyla eleştirildi.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER'İN CIA'İN GÜNDEMİNE GİRMESİ
Şu noktaya dikkat çekmek isterim: 97 yıllık bir tarihi olan ve İslam dünyasında Müslüman Kardeşler olarak bilinen Mısır merkezli siyasi hareket, Batı ve İslam dünyası arasında en fazla tartışılan konulardan birisi oldu. Bu konuya dair İngiliz akademisi ve istihbaratının dünya kadar çalışması çok erken dönemlerden beri var. Osmanlı döneminden beri İngiltere, Mısır'ın derin yapısı olarak her konuyu çok yakından takip ediyor (Dr. Nurcan Yurdakul Hoca'nın eserlerini tavsiye ederim). Mısır'ın darbeler tarihine Müslüman Kardeşler–İngiltere kavgası damga vurmuş durumdadır.
Fakat bu konunun Amerikan istihbarat birimlerinin dikkatini çekmesi, İran Devrimi'yle başlasa da asıl odaklanma 11 Eylül 2001 ikiz kule saldırılarından sonra oluyor. Bu bilgileri, geçenlerde okumaya başladığım Christopher Andrew'in Dünya İstihbarat Tarihi – Gizli Tarih isimli kitabında, "Kutsal Terör: Soğuk Savaş'tan 11 Eylül'e" (s. 751) isimli bölümde okudum. Kitapta istihbarat örgütlerinin Seyyid Kutub'a yaptığı atıf çok dikkat çekici.
Seyyid Kutub, İslam dünyasındaki Batı ve Amerikan karşıtlığını oluşturan fikirlerinin yanı sıra, İslam dünyasında anti-semitist fikirlerin babası olarak ele alınıyor. Hitler'in soykırım yaptığı tarihten 4-5 yıl sonra yazılan "Yahudi Karşıtlığı" kitabına yapılan atıflar dikkat çekici. Seyyid Kutub'u, El Kaide başta olmak üzere bir tür İslami örgütlerin fikir babası olarak yorumlayan CIA, İngilizlerden çok sonra "dini ciddiye alıyor." Bunları okurken, Sisi darbesi, Trump'ın Müslüman Kardeşler'i terör örgütü ilan etmesi başta olmak üzere pek çok konuda yönlendirici olduğunu fark ettim. 97 yıllık bir siyasi hareket, bu kodlarla tehlikeli ilan ediliyor.
Batı istihbarat örgütlerinin raporları, Kutub'un İslamcılığa has bir anti-semitizmin ortaya çıkmasında öncü rolü olduğunu ve bunun da Yahudileri yok etmek için fanatik bir kararlılık içerdiğini söylüyor.
Kutub'la ilgili bir başka konu da; 1948–1950 arasında Kutub'un Amerika'ya gidip geldiğinde, döndükten sonra Amerika toplumu hakkında komplo teorileriyle ABD düşmanlığını İslamcılığın bir parçası hâline getirdiğini iddia ediyorlar. 11 Eylül'e giden süreçte, onlara göre terörün kök fikri, yıllarca hapis yatmış, 1968'de idam edilmiş Seyyid Kutub'tur; bizim içinse Seyyid Kutub, emperyalizm karşıtı bilincin gelişmesini sağlayan bir yazardır. Tehlikeyi burada görünce risk haritası çok genişliyor. ABD, İslam dünyası içinde bu fikirlerden etkilenen her türlü siyasi akımı tehdit algısıyla takibe almış durumda, kitap, Rusya için de benzer bir algıdan söz ediyor.
İSRAİL-TÜRKİYE ARASINDA SOĞUK SAVAŞ
Bu arada bir parantez açıp, İslam dünyasındaki İslami hareketler konusunda İngiltere'deki akademik çalışmaların, uzmanlaşmanın öneminin de altını çizmek isterim. Bizim üniversitelerimizde ise bu konular hâlâ yeterince çalışılmamakta ya da bu çalışmalarda süreklilik sağlanamamakta. Hem kendimizle ilgili hem de karşı tarafla ilgili! Bu notu özellikle Batı dünyasının, dünyayı yönetirken kendisine karşı olabilecek hareketlere ilişkin yaklaşımının altını çizmek için düşmek istedim.
Geçen hafta İsrail gazetelerinde yer alan dikkat çekici bir Türkiye analizinde, İsrail ve Türkiye arasında bir "soğuk savaş" olduğunun vurgulanmasını dikkat çekici buldum. Batı dünyası için bu kavramın çağrışımları içinde, istihbarat savaşlarından akademiye kadar çok geniş bir çerçeveyi gündemimize almamızı zorunlu kılıyor. Dil bilimden akademik çalışmalara pek çok uzmana ihtiyaç duyulacağı bir dönemi hatırlatıyor bu kavram.
Türkiye'de ise İbranice çalışan çok az isim var. İlahiyat fakültelerinde Dinler Tarihi bölümünde rahmetle anacağımız Ömer Faruk Harman Hoca ile başlayan bir gelenek Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde devam ediyor. Prof. Dr. Nuh Arslantaş Hoca, bu konulara odaklı çalışmalarıyla, sembol ve kodlara vukufiyeti ile Tevrat çeviren ilk Türk olarak önemli kitaplara imza atıyor. Ege Üniversitesi Birgivi İslami İlimler Fakültesi'nden Prof. Dr. Bekir Zakir Çoban, Yahudilik–Papalık ilişkisi çalışıyor. Prof. Dr. Şinasi Gündüz Hoca'nın Evangelizm üzerinden Dinler Tarihi üzerine kitapları, Prof. Dr. Salime Leyla Gürkan'ın, Kürşat Demirci'nin çalışmalarını, Mustafa Özel'in Kapitalizm üzerinden "Yahudilik" okumalarını önemli buluyorum. Bu arada Türkiye'de İbranice Dili ve Edebiyatı eğitimi veren tek bölüm de Erciyes Üniversitesi'nde. Özetle, yeni dünyayı ve yeni dengeleri anlamak için İsrail uzmanlarına ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Sadece istihbarat değil, akademi ve siyaseti yönetmek açısından da önem vermek gerekiyor.