'Saltanat-ı milliye'den istibdada ve hürriyete

1922 yılında Yunan'a karşı zafer kazanılmasının ardından hem Ankara Hükümeti hem de İstanbul Hükümeti Lozan görüşmelerine davet edildiler. Ankara Hükümeti, İstanbul'un Lozan'a katılımını önlemek amacıyla 1 Kasım'da Büyük Millet Meclisi'nde saltanatı kaldırdı.

Saltanatın kaldırılması, sanıldığının aksine, Ankara'daki Meclis'te ve hatta ülke genelinde bir tepkiyle karşılaşmadı. Hilafet devam ediyordu. Yeni rejimin ne olacağına, nasıl olacağına dair bir karar verilmemişti. O günlerde, "saltanat-ı milliye" kavramı dolaşıma girmiş, hakimiyetin tek kişiden alınarak bir şuraya yani Meclis'e devredilecek olması hemen herkeste memnuniyet doğurmuştu.

Osmanlı toplumunda 1876'da ilan edilen Birinci Meşrutiyet bir "hürriyet" sevdası doğurmuştu. İlanından 2 yıl sonra, 1878'de Meclis kapatılıp Anayasa askıya alınınca "hürriyet" aşkı daha da körüklenmiş oldu. 1908'de, Sultan Abdülhamit, özellikle Enver Paşa ve Resneli Niyazi'nin isyanıyla Meclis'i yeniden açmak, Anayasa'yı yeniden ilan etmek zorunda kalmıştı. Zira "hürriyet" fikri sadece Osmanlı münevverleri arasında değil, tüm Osmanlı coğrafyasında artık önüne set çekilemez bir arzu idi. Namık Kemal'in o meşhur kasidesi adeta milli marşa dönüşmüştü: "Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten".

İktidarın bir aileden, bir tek kişiden alınıp "saltanat-ı milliye"ye devredilmesi beklenen, arzulanan bir durumdu. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanı sürpriz değildi.

Türkiye'de bir "cumhuriyet düşmanlığı" hatta karşıtlığı hiç olmadı. Tıpkı "hürriyet" mefkuresi gibi gücün bir şûrada yani "saltanat-ı milliye"de olması 102 yıl önce olduğu gibi bugün de toplumun üzerinde ittifak ettiği bir konu.

Sorun şu: 1922 yılında yeni rejimin ne olacağı tartışılıyor ama "saltanat-ı milliye" gibi genel bir kavram yerine geçecek somut isimlendirme yapılamıyordu. Ankara'da Meclis'te hükümetin yetkilerini düzenleyen kanun görüşülürken Mustafa Kemal şu ifadeleri kullanmıştı: "Efendiler, bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir ve hakikaten kitaplarda mevcut olan hükümetlerin, mahiyet-i ilmiyesi itibariyle, hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat hâkimiyet-i milliyeyi, irade-i milliyeyi yegâne tecelli ettiren bir hükümettir, bu mahiyette bir hükümettir. İlmî, içtimai noktasından bizim hükümetimizi ifade etmek lâzım gelirse; "Halk hükümeti" deriz… Fakat ne yapalım ki, demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz, efendiler".

29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildi ancak tam da Mustafa Kemal'in ifade ettiği gibi nevi şahsına münhasır bir rejim ortaya çıktı. Adı Cumhuriyetti, "saltanat-ı milliye" fikrinin neticesiydi ama uygulama son derece farklı oldu. Bir "halk hükümeti" beklenirken yeni bir istibdat zuhur etmişti. "Hürriyet" artık vuslatı imkânsız uzak bir sevgili olmuştu; eskiden en azından ismi terennüm ediliyordu, 1946'ya kadar ismini anmak da mümkün olmadı.