Ne o anlamsız 'akıl oyunları', ne daha lig başlamadan rakibi 'oyun dışına çekme' çabaları...
Dün Kadıköy'de bir er meydanı kurulmuştu ve er meydanının kazananları bugüne kadar hep 'iyi hazırlanan', 'güç ortaya koyan', 'daha çok isteyen' ve bir 'oyun zekası' ortaya koyanlar olmuştu.
Dün de bu kural kusursuz işledi. Her iki takım zaten ideal 11'leriyle sahadaydı; Galatasaray adına F.Bahçe'nin coşkulu başlangıcını nasıl karşılayacağı belirleyici olacaktı.
Sarı-Kırmızılılar, hem temkinli başladı hem de klasik oyun tarzını terk etmedi. Fark, ilk dakikalarda uzun toplarla Osimhen'i buluşturup, buluşamadığında da seken topları Torreira ve Sara ile toplayarak doğrudan kanatlara inme planıydı.
Mourinho ise özellikle ilk yarı bütün oyun planını Maximin'le buluşturma üzerine kurmuştu. Hal böyle olunca, endişe duyulan ilk dakikalardaki baskıyı bertaraf etmek çok kolay hale geldi. Galatasaray, 10. dakikadan itibaren oyunun hem psikolojik hem taktiksel üstünlüğünü ele aldı.
Görülen tek handikap, orta sahada kontraya yemeye uygun geniş alanlar bırakmalarıydı ama Mourinho'nun orayı görecek hali yoktu. Oyun, Fenerbahçe adına hep sola çektiği için önlem alması kolay oldu. Sarı-Kırmızılılar, kendi sahalarındaki gibi rahattı.
Futbolcular, full konsantrasyonla oyunun içindeydi ve hepsi ışıl ışıldı. Osimhen, neredeyse tek başına iki stoperle boğuştu ve bütün gollerin içinde aktif olarak vardı. Mertens ise sanki bir hafta boyunca bu maçla yatıp, bu maçla kalkmış gibi oyuna kafa yordu.

107