Hayrani Ilgar, konuyu şöyle nakletmişti:
Atatürk'ün Mahmut Esat Bozkurt'a hazırlattığı ve tashihini bizzat yaptığı Atatürk İhtilâli adlı eserden örnekler verelim:
"Bir ihtilâl, hangi millet hesabına yapılırsa, mutlaka o milletin öz evlâdının eliyle yapılmalı ve onun elinde bulunmalıdır. Meselâ, Türk İhtilâli, öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız şartsız. Yabancıların yardımı ile başarılan ihtilaller, yabancılara borçlu kalırlar. Bu borç ödenmez Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'nun bahtsızlığı, ekseriya, mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır." (Sayfa:228)
"Türk devleti işlerinde Türklerden başkasına inanmayalım. Türk Devleti işlerinin başına öz Türkten başkası geçmemelidir. Ali Seydi rahmetli merak etmiş, Devleti Osmaniye tarihinden bir istatistik çıkarmış, buna göre 200 kadar sadrazamdan (başbakandan) yüzde onu Türk olup üst tarafı yabancı milletlerdendir! Bu hallere göre kötü idareden şikâyet biz Türklerin hakkı iken, talihin ne acı cilvesidir ki, fenalıkların belli başlı sebebi olan gayritürkler şikayetçi olmuşlardır." (Sayfa:445-446)
***
Prof. Dr. Erol Güngör'e göre "Milliyet farklarını hesaba almayan bir İslâm düşüncesi kaynağını başka sebeplerden almış demektir. Böyle bir İslâmcılık tasarlayanlar, milliyetçilere, karşı dolaylı bir etnik hareket içindedirler. Bunların maksadı İslâm birliği sağlamaktan ziyade, yaşadıkları, ülke-deki milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar, ayrılıkçı bir politikayı takip gücünü buldukları takdirde kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açmaktan geri kalmayacaklardır. Böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler. Panislâmizmin kuvvetli bir siyasi hareket uyandırmayışının sebebi, bu konuda doktrinden bir dayanak bulunamayışıdır. İslâm doktrininde hiçbir zaman tek devlet fikri işlenmemiştir."
***
Atatürk, İnönü savaşları sonrasında Türk ordusu Sakarya nehri gerisine çekildiğinde, o sırada Ankara'da bulunan İstanbul hükümet temsilcileri Ahmet İzzet Paşa ve Salih Paşa'nın durumunu Nutuk'ta şöyle anlatır:
"Ahmet İzzet Paşa, nân ü nimetiyle yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahideddin'in hâdimi olmaya tercih edememişti. Dürrizade Esseyid Abdullah'ın fetvasına tâbi kalıp, emr-i sultanî haricine çıkmaktan, âsim ve ta'zîr-i şer'iye müstahak olmaktan ictinâb etti. Ahmet İzzet Paşa'nın daha başka marifetleri de olmuştur. Ondan da haber vereyim.
Türk milletinin büyük kuvvetleri eline verilmiş zevâta da hususî mektuplarıyla, bütün muharebeler devam ederken ve milletin maddî ve manevî kuvvetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, yeis ve kesel verecek bedbînliklerini iblâğ etmekte devam ediyordu. Benim, düşman ordusunu behemehâl mağlûp edeceğiz, vatanı, behemehâl kurtaracağız, sözlerimle istihza ederek, İkinci İnönü'nden sonra tekrar şarka Sakarya'ya kadar yürümekte olan Yunan ordusunun hareketini makam-ı tehditte işaret ederek, akl ü iz'an dersi vermekten hâli kalmıyordu. (...)