Lübnan modeli ve Atatürk modeli!
Gazeteci İsmail Saymaz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin birkaç gün önce milletvekilleriyle gerçekleştirdiği toplantıda "Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bir Kürt, diğeri Alevi olsun" ifadelerini kullandığını yazdı. Yalanlama gelmedi.
Aslında bu istek yeni değildir! AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan da yıllardan beri "milletin çeşitliliğine dayanan Anayasa" istiyor!
Sorun şu ki, bu istek aslında ABD'nin dayatmasıdır. En son, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, "Türkiye için en iyi sistem, Osmanlı milletler sistemi" dedi. Osmanlı'nın son döneminde ülke yönetimi, din ve mezhep esasına göre düzenlenmişti. Her din ve mezhep, bir millet kabul edilmişti.
***
Habertürk'ten Kürşat Oğuz, ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf ile 2020 yılında röportaj yapmıştı:
Kürşad Oğuz, "Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Müslüman, Meclis Başkanı Şii, vekil sayıları ülkedeki cemaatlere göre kotalara ayrılmış. Bu yapı neden yürümüyor" diye sormuş, Amin Maalouf şöyle cevap vermişti:
"Bu kota sisteminde çok ileri gidildi ve ülke cemaat liderlerinin koalisyonuna döndü. Demokrasi bu değil. Bir yere adam alınırken artık yeteneğe veya liyakate değil o kişinin hangi cemaat ve tarikata bağlı olduğuna bakılıyor. Üstelik o cemaatte bile o göreve en layık olan değil cemaat şefine en yakın olan seçiliyor. Bu, demokrasinin çöküşü demek... Maalesef on yıllar böyle geçti ve bir yerde koptu işte..."
Maalouf, "Lübnan'ı zayıflatan sebeplerden biri de her topluluğun kendine yabancı bir hami, efendi bulması. Her cemaat kendine bölgesel ve küresel bir müttefik arıyor. Lübnan milleti projesi bu değildi. İnsanların kendi cemaatlerine değil Lübnan milletine ait olmalarını sağlamaktı amaç. Bu bir trajedi." demişti.
***
Amin Maalouf, Atatürk ile ilgili önemli bir tespit de yapmıştı:
"Atatürk'te asıl önemli ve dikkat çekici olan, bizim yaşadığımız coğrafyada çok yaygın ve halen de süren bir davranış şekline karşı çıkmasıydı.
Lübnan'a, Mısır'a, bütün Arap ülkelerine hâkim duygu, dünyanın büyük güçler tarafından yönetildiği ve bu büyük güçler karar alırsa bunu kabul etmekten başka çare olmadığıdır.
Atatürk ise Birinci Dünya Savaşı bittiği gün büyük güçler ona uymayan bir karar aldıklarında, 'Hayır' dedi, karşı çıktı. Aslında bu güçler kadiri mutlak görünseler de bazı durumlarda güç ilişkilerinin onlar lehine olduğu kesin değildir."
Maalouf şöyle devam etmişti:
"Birinci Dünya Savaşı bittiğinde söz konusu devletler oturup 'Türkiye'yi şu şu parçalara böleceğiz' dedi. Ama bu, onların ordularını gönderip bunları dayatmaya hazır oldukları anlamına gelmiyordu. Birisi 'Hayır bu bana uymaz, kabul etmiyorum, savaşacağım' deyip bunu da yaptığında, çekilmek zorunda kaldılar. Çünkü bedel ödemeyi göze alamadılar. Bu, Atatürk'ün verdiği büyük bir derstir.