İkinci açılım, Türk aklının eseri olabilir mi
Türkiye'de Kürt kökenli Türk vatandaşlarının haklarından bahsedenlerin çoğunluğunun Kürt olmadığı biliniyor. Kürt kökenli olmayan bu "görevli"ler, ABD ve Avrupa'dan üst düzey politikacılarla birlikte, devamlı olarak Türk kimliğine saldırır, zaman zaman da Türk diye bir milletin olmadığını söyler. Sonra da Kürt diye Türk'ten ayrı bir milletin varlığından bahsederek, özerklik veya federasyon taleplerini dile getirirler.
Asıl hedefleri Kürtlerin bir millet statüsü kazanması ve bağımsız devlet kurmaları değildir. Asıl hedefleri, "Ne mutlu Türküm diyene" sözüyle hayat bulan Türkiye Birliği'ni yıkmaktır; Kürtlerin bağımsızlığı, onlar için amaç değil, Türkiye'yi parçalamakta kullanılması gereken bir araçtır. Tıpkı Osmanlı'yı parçalamak için Balkanlar'daki milletleri ve ayrıca Ermenileri kullandıkları gibi.
Mahiye Morgül, "Bir zamanlar tanıştığım bir Ermeni, 'Doğu'yu hele önce Kürtlere versinler, onlardan almamız kolay. Onun için biz şimdi PKK'yi destekliyoruz' demişti" diye asıl hedefin ne olduğunu göstermişti...
Yukarıdaki tespitleri, birinci açılım sürecinin başında, yani 2009 yılında yapmıştım. Tabii arka plandaki hedef sadece, Kürtlerin yoğun olduğu coğrafyayı Türkiye'den koparmak değil, asıl olarak Büyük Ortadoğu Projesi'ni, yani Büyük İsrail'i hayata geçirmekti. Irak ve Suriye'yi bu hedef için parçaladılar. Türkiye'deki siyasi iktidarı da bu hedef doğrultusunda kullandılar, kullanıyorlar.
Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olarak yine 2009 yılının Ağustos ayında, Irak, Suriye gezisine çıkmadan önce "İki ülke arasında güçlü bir stratejik iş birliğinin ortaya çıkması, ortak bölge olan Mezopotamya Havzası ve Orta Doğu'yu refah ve istikrar alanı haline dönüştürecektir. Bu bizim vizyonumuzdur" demişti.
Eski Amerikan Büyükelçisi Pearson da "Erzurum'dan Bağdat'a kadar uzanan bölge tek bir ekonomik bölge olacak" diye konuşmuş, ayrıca Barzani'nin İnternet sitesinde, "Bu bölge aynı zamanda tek bir siyasi bölge haline gelecek, TSK bu topraklardan çekilecektir" yorumu yapılmıştı...
O dönemde, avukatları aracılığı ile açıklama yapan terör örgütünün başı Abdullah Öcalan, şu iddiada bulunmuştu:
"AKP benim yol haritamdan yararlanıyor. Davutoğlu dışarıda, Erdoğan içeride bundan yararlanıyor. Ben yol haritamda Orta Doğu'daki demokratik çözümleri belirtirken Dicle-Fırat Havzası Demokratik Konfederalizmini önermiştim. Davutoğlu şimdi bunun görüşmelerini yapıyor Irak ve Suriye'yle."
Öcalan, daha önceki açıklamalarında gerçekten de "Dicle-Fırat havzasında tarım, su ve enerji konfederasyonu" ifadelerini kullanmıştı.
Avrupa Birliği Komisyonu'nun 6 Ekim 2004 günü açıklanan Türkiye İlerleme Raporu'nda ise Dicle ve Fırat havzalarındaki barajların ve sulama tesislerinin İsrail'in de dahil olduğu uluslararası bir konsorsiyum tarafından yönetilmesinden söz ediliyordu.
AKP hükümeti, o dönemde bir taraftan, AB'nin Türkiye'de yeni azınlıklar yaratma politikasına uyum sağlarken, diğer taraftan GAP ve Orta Anadolu bölgelerinde İsrail yatırımlarının önünü açıyordu. İsrail ile imzalanan mutabakat metni 5 Ekim 2004 günü Resmi Gazete'de yayınlanıyor, 6 Ekim günü de İlerleme Raporu açıklanıyordu.