Türkiye garip bir dar zaman koridorundan geçiyor. İnsanlar sabah uyanıp iletişim kaynaklarını açtıklarında, "Bu kadarı da olmaz" derken, ertesi gün ise "Yok artık!" dedirten yeni gelişmelere tanık oluyorlar. Dün bile Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney'in adliyeye çağrılması bunun bir örneği. İBB ve TBB'nin seçilmiş başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yangından mal kaçırır gibi tutuklanması ise bu sürecin merkezi. Salı gecesi diploması iptal edilip çarşamba sabahı gözaltına alınışı, ertesinde ise avukatlarının ifadesiyle "içi bomboş" bir soruşturma dosyasıyla tutuklanması, kuşkusuz ki siyasi bir hamle. Hedef, İmamoğlu'nu siyaset arenasından silmek.
Ancak Saray'ın bu hesabı sokaktan döndü. Sadece CHP'liler ve sol partiler değil, artık muhafazakâr, demokrat kesim de muhalefet gömleğini giydi. Öğrenciler işaret fişeğini yaktı, emeklisi, emekçisi meydanlara indi. Yaşananları kabullenemiyor Türkiye. Zaten kabul edilir bir yanı olsaydı Saraçhane başta olmak üzere ülkenin meydanları on binler, yüz binler, milyonlarca yurttaş tarafından doldurulmazdı. Erdoğan'ın kalesi Rize, Yozgat, Kayseri'de bile insanlar sokakta. Sayıları her geçen gün artan topluluklar artık ellerinden bir şeylerin kayıp gittiğinin farkında. Üst kurmaca oyunla karşı karşıya olduklarını görüyorlar. Koltuğuna sahip çıkma adına türlü akıldışı yönteme başvuranlara karşı direniyorlar! Tıpkı Socrates, Mahatma Gandi, Martin Luther King'in yaptığı gibi. Sivil itaatsizliğin en iyi örneklerinden birini veriyor sokaktaki İmamoğlu ittifakı.
Demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal olanakların tükendiği bir noktada, son çare olarak başvurulan, şiddeti reddeden politik bir edimdir sivil itaatsizlik.
GAZETECİLER NE YAPTIToplumsal direnişin merkezi Saraçhane'deki buluşmaları izleyen gazetecilerden 10'u korku ikliminin sonucu olarak sabaha karşı gözaltına alındı, tutuklandı. Suçları neydi Özgür Özel'in, Mansur Yavaş'ın ve daha birçok siyasetçinin halka seslenişini izlemek, fotoğraf çekmek. Mesleki görev tanımları gereği "olanı biteni" kamuoyuna duyurmak. Ne yalan haber yaptılar ne de 2023 seçimleri sırasındaki gibi "montaj videolar" hazırladılar. Bu baskı ortamı 12 Eylül sürecinin bile ötesine geçiyor artık.
O yıllarda gazeteler yayına girmeden önce prova kalıp alınır, sıkıyönetim albayına gönderilirdi. Kusur bulunursa uyarı gelir, o haberin yayından kaldırılması istenirdi. Aksi durumda kapatma cezası uygulanırdı. Hatta o dönem yaşanan bir olayı gazetemizin efsanevi spor müdürü rahmetli Abdülkadir Yücelman anlatmıştı:
"Cağaloğlu'ndaki merkez binaya sıkıyönetim komutanlığının jipi hızla girdi. İçinden inen rütbeli subay, 'Bana sorumlu müdürü çağırın!' diye bağırdı. Hepimiz 'Eyvah, ne hata yaptık' diye düşündük. İç sayfayı açıp bize bulmacayı gösterdi. 'Ya yanlış bulmaca dizmişsiniz ya da bu çok zor bir soru' deyince elimiz ayağımız boşaldı. Korkudan gülememiştik. Soru zordu, hata yoktu."