Depremi beklerken!

İki yıl önce 6 Şubat saat 04.17 ve 13.24'te Türkiye, 11 ilde deprem faciası yaşadı. Kahramanmaraş merkezli sarsıntılar, Hatay başta olmak üzere bölgede resmi kayıtlara göre 650 bin konutu yıktı, 53 bin yurttaş yaşamını yitirdi. Dönemin Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Lütfü Savaş ilk günlerde sırf Antakya ilçesinde 40 bin kişinin öldüğünü söylüyordu ama kayıplar gizlenmişti. Hâlâ da yüzlerce kişi, "kayıp" listesinde. Peki, Türkiye geride kalan 2 yılda ne yaptı Resmi kayıtlara göre 650 bin depremzedenin 201 bini yeni evlerine taşındı, 449 bin aile konteynerlerde. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim vaadiydi 1. ve 2. yılda tüm evlerin depremzedelere verileceği. Üstelik ek vergiler, dış yardımlarla 75 milyar dolar para harcandı ama Mehter marşı gibi bir ileri iki geri yapıldı.

Depremin öteki yüzüne gelince; yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür, sürekli uyarıyor ülkeyi fay hatlarındaki kentlerle ilgili. Yunan adası Santorini'deki deprem fırtınası da bu uyarıları güncelledi. Riskin göbeğinde ise 20 milyonluk İstanbul var. Uzmanlar 5461 kilometrekarelik metropolün Kuzey Anadolu fay hattındaki kırılmayla yaşayacağı olası senaryoları sürekli gündemde tutuyor. Depremin ya eski İstanbul'dan Kumburgaz'a kadar zarar vereceğini ya da Prens adaları ile Anadolu sahilinde yıkıma neden olacağı belirtiliyor. Belli ki 39 ilçenin tamamı ölümcül sarsıntı yaşayamayacak ancak yüzde 70'i 2000 yılı öncesi inşa edilen 1 milyon 200 bin binanın en az 250 bini yıkılacak, 250 bini de ağır hasar görecek. Kabaca hesapla 1.5-2 milyon kişi evinden barkından olacak. Ayrıca, 2. senaryoda Anadolu yakasında sahil ve E-5 ile TEM bağlantısını sağlayan tren alt geçitlerinin eskileri büyük hasar alacak. Eğer deprem Adalardan vurduğunda tren yolunun altı ile üstü arasında iletişim kesilecek. O bölgelere yardım zorlaşacak. 1980 sonrası doldurularak yapılan sahildeki donatılar ve yolları saymıyorum, Gölcük Değirmendere'deki gibi sular altında kalabilir. AFAD'ın dosyalarında bu riskler yazılı dururken iktidarın kentsel dönüşüm adı altında sadece rant kökenli projeleri desteklemesi, örneğin Anadolu yakasında E-5 üstündeki çoğu imar affıyla mülkiyet statüsüne kavuşan evleri görmezden gelmesi cinayete çağrıdır! Büyük yıkımda sadece statlar, AVM'ler ve metro hatlarının ayakta kalacağı düşünülürse, İstanbullu şimdiden kendine olası bir krizle mücadele programı çizmelidir.

12 EYLÜL'DEN 11 MART'A

İngiltere, yeşil pasaportlardan sonra diplomatik pasaportlara da vize uygulaması başlatacağını açıklayarak Türkiye Cumhuriyeti'ne saygısının kalmadığını deklere etti. 11 Mart'tan sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil, bakanlar, milletvekilleri ve diplomatlar Britanya'nın Büyükelçilik ve konsolosluklarına giderek parmak izi vermek zorunda. Gurur kırıcı bir durum. Ki benzer bir sahne 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası yaşanmış, o günün yöneticileri konuyu çözmüşlerdi. Şimdi ise sadece söz konusu pasaport sahiplerine bilgilendirme yapılıyor. Konuyu CHP Milletvekili Erdoğan Toprak gündeme getirdi. Ne var ki Dışişleri Bakanlığı'nın aklına, "Onlar bize vize uyguluyorsa, biz de İngiliz topluluğu ülkelerinin yurttaş ve siyasetçilerine vize şartı getirelim" fikri gelmiyor, oysa uluslararası evrensel hukukun temel prensiplerinden biridir karşılıklı mütekabiliyet!